SPONSORLU BAĞLANTILAR

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Osteoporoz Ve Genetik Yapı


OSTEOPOROZ VE GENETİK
Osteoporoz, kemik yapısının bozulmasına bağlı olarak iske­let kütlesinde azalma ile meydana gelen kırık riskini artıran bir hastalıktır. Bu değişim menopoz ve postmenopozda, yani me­nopoz sonrasında, kadın için çok önemlidir. Osteoporozun bir­çok tanımı olmasına rağmen tüm tanımların ortak noktası ke­mik kütlesindeki azalma ve kemik kırıklarındaki artıştır. Günü­müzde osteoporoz önemli ve büyüyen bir sağlık sorunudur. Osteoporoz genellikle bir menopoz sonrası kemik hastalığı olarak görülse de erkekler ve genç kadınlar da risk altındadır. Fakat kadınların osteoporoza yakalanma riski erkeklere göre beş kat daha fazladır.
Osteoporoz oluşumunda birçok risk faktörü görev almakta­dır. Bu faktörlerin büyük bir kısmını yaş, cinsiyet, alkol ve siga­ra kullanımı gibi çevresel etkenler oluştursa da aile hikâyeleri, ikiz çalışmaları ve moleküler genetik teknikler ile genetik faktörlerin de osteoporozda önemli rol oynadığı ortaya konulmuş­tur. Osteoporoz genetik kontrolünde yapısal ve düzenleyici bir­çok gen görev almakta ve yapılan çalışmalar bu genler üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu çalışmalarda kemik kütlesini ve mineral içeriğini kontrol eden genlerdeki değişimler önemli yer tutmak­tadır. Vitamin D reseptör (VDR) geni üzerine yapılan araştırma­lar sonucunda birçok toplumda bu gende değişim görülmüştür. VDR genindeki bu çeşitlilik ile kemik mineral yoğunluğu (BMD) yakından ilişkilidir. Düşük BMD seviyesinin osteoporoza bağlı kırık riskini artırdığı, yapılan çalışmalar ile ortaya ko­nulmuştur.
Osteoporoz ile ilgili diğer genler ise COLIA1 ve COLIA2′dir. Bu genler önemli bir proteini olan Tip 1 kollajen denen doku maddesinin yapılışından sorumludur ve kemik kütlesinin gene­tik kontrolünde görev almaktadır. Bu sebeple bu genlerin prote­ini kodlayan bölgelerinde meydana gelen mutasyon denen de­ğişiklikler, anormal kollajen üretimine ve anormal kemik daya­nıklılığı ve yapısına neden olabilir. Bu genetik farklılıklar.omurga kırıklarına, düşük kemik kütlesi ve osteoporoza bağlı olarak ortaya çıkan kemik kırıklarına neden olabilmektedir.
Yaşlı hücreler artık gen tedavisiyle gençleşiyor. İnsanın ölümsüzlüğe ulaşmak yolundaki uğraşlarında çok önemli bir adım atılmıştır. Son birkaç yıl içinde bilim adamları, laboratuvar ortammda “Fox MİB” adlı genin yaşlı hücreleri tamamen gençleştirdiğini kanıtladı.
Ulusal Bilim Akademisi’nin (National Academy of Science) yayımladığı araştırmaya göre, Illionis Universitesi’nde bir grup bilim adamı, yaşlı bir fare üzerinde yaptıkları deneyde, farenin karaciğerindeki tüm hücreleri, Fox MIB adlı genin yardımıyla gençleştirmeyi 2005 yılında başardılar. Deney sonunda, farenin hücrelerinin yeni doğmuş bir farenin tüm özelliklerini taşır ha­le geldiği ve farenin vücudunda yaşlılıktan kaynaklanan kırışık­lıkların da kaybolduğu böylece gözlendi. Araştırmaya başkanlık eden Prof. Robert Costa, sonucun çok önemli sonuçlara yol açacağını belirterek, “Çok yakın gelecekte, insanın hücreleri de bu yolla gençleştirilebilecek,” diyordu. Prof. Costa, bugüne kadar, yaşlılığın FoxMlB genini eksikliğinden kaynaklandığının bilindiği­ni, ancak bu genin çoğaltılmasının ilk kez başarıldığını ileri sü­rüyordu. Bilim adamları, bu buluşla yaşlılık nedeniyle ortaya çı­kan birçok rahatsızlığın tedavi edilebileceğini belirtiyorlar. Bu genetik araştırmalardan herkesin fayda sağlayacağı günler pek uzakta değil.Kemiklerin Menopozda Değişimi,Menopozdan Sonra Boy Kısalması Önlenebilir.

Kemik Erimesi-Osteoporoz


Kemiklerin, ihtiyacı olan bazı vitamin ve mineralleri alamayışı sonucu kemiklerin eğrilmesi veya yumuşaması olayına kemik erimesi denir. Bilhassa iyi beslenemeyen çocuklarda ve menopoza giren hanımlarda görülür. Kalsiyum ve D vitamininin yüksek miktarlarda alınması halinde hastalık önlenebilir. Bununla ilgili olarak günde en az üç kaşık balık yağı içilir. (Piyasada satılan balık yağı kapsüllerinde yeterli miktarda balık yağı bulunmadığından, şişe veya madeni kutularda satılan balık yağları satın alınmalı ve kaşıkla içilmelidir.)

Tedavisi:

* Bir teneke suyun içine 3 veya 4 avuç ceviz yaprağı konur, yarım saat kaynatılır, daha sonra kaplıca suyu gibi içine girilir. Suyun içinde 10 -15 dakika beklenir.

* Bir yumurta sarısı ile bir kaşık bal iyice karıştırılır, yemeklerden önce yenir. Her gün işkembe çorbası içilir.

* Alıç meyvesi yenir. Alıç sirkesi balla tatlandırılarak, günde üç defa birer fincan içilir.

* Kahvaltılarda kuşburnu marmeladı yenir. Kuşburnu marmeladı sulandırılıp şurup şekline getirilerek, günde 3 4 bardak içilir.

* Her gün 2 3 bardak muzlu süt içilir.

* Gece yarısı, bir bardak süte bir adet çiğ yumurta (beyazı ile beraber) çalkalanır, balla tatlandırılarak içilir.

* 10 gr. damla sakızı bir avuç üzümle karıştırılıp ezilir, sonra da iki kısma ayrılır. Sabah ve akşam yenir. Bol limonlu ve kırmızı pul biberli kemik suyu çorbası içilir. Siyah turp, rendelenip balla karıştırılarak yenir. Bol paça yenir.

kemik erimesi

KEMİK ERİMESİ: OSTEOPOROZ
Osteoporoz yıkıcı sonuçları olan, son derece önemli bir sağ­lık sorunudur. Türkiye’deki durum ile ilgili çok sağlıklı rakam­sal veriler yok. Ancak 2005 yılında Uluslararası Osteoporoz Vakfı Müdürü Paul Sochaczevvski, Türkiye’de 8 milyon oste­oporoz hastası bulunduğunu tahmin ettiğini ileri sürmüştür. Bu hastalık, Amerika Birleşik Devletleri’nde 500 bin omurga, 250 bin kalça ve 240 bin bilek kırığını da kapsayan, yılda 1.3 milyo­nu aşan kırığın altında yatan nedendir .

Menopoz sonrası her iki veya üç kadından biri de dahil ol­mak üzere, yaklaşık 25 milyon kadın düşük kemik yoğunluğun­dan dolayı kırık riski altındadır. Bu hastalıkla ilgili iyi verilerin bulunduğu ABD’de osteoporozun yıllık maliyetinin 10 milyar doları aştığı görülmektedir. Osteoporoz ve bununla bağlantılı hastalıklar, 45 yaş ya da üzerindeki kadınlarda 320 binin hasta­neye yatma olgusuna ve 4 milyon hastane gününe mal olmakta­dır. Kalça kırıkları, kırık olayının birinci yılı içinde yüzde 5-15′i aşan ölüm ve kurbanlarının yüzde 60′tan fazlasının günlük ya­şam etkinliklerinde yardıma gereksinim duyduğu bilinmekte­dir. Bu veriler belki sorunun ne kadar büyük olduğunu size açıklamaya yardımcı olacaktır.

Kemik kırılganlığını ve kırık riskini artıran osteoporoz, teş­his ve tedavi edilmezse ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Dünyada 50 yaş üzerindeki her üç kadından birinde görülüyor. Yaşlanan dünya nüfusuyla birlikte 2000′li yıllarda önemli bir sağlık soru­nu olarak kabul görmeye başlayan osteoporozdan dünyada ha­len 200 milyondan fazla kişinin etkilendiği düşünülüyor.
Osteoporoza karşı önlem anne karnında başlar. Annenin ha­milelik dönemini nasıl geçirdiği çok önemli. Dengeli bir beslen­me şekli, egzersiz ve iyi bir takiple hamilelik dönemini geçiren anne, bebeğine çok şey kazandırmış olur.

Kemik yapımyıkım faaliyeti doğumla başlar. 30′lu yaşlara kadar kemik yapımı yı­kımdan fazladır. 25-30 yaşlarında kemik kütlesi en yüksek dü­zeye ulaşır. Ne kadar iyi bir yoğun kemik kütlesi varsa, o kadar az osteoporoz olma riski vardır. Kemik kütlesini hormon ve ge­netik etkenler, fiziksel aktivite ve beslenme belirlemektedir.
Osteoporozun kırık olmadığı sürece ağrı yapmadığı için ses­sizce ilerleyen ve yayılmakta olan bir hastalık olduğuna dikkat çekmek isterim. Osteoporoz sonucu oluşan kırıklar kişinin iş ve­rimini ve yaşam kalitesini kötü yönde etkilemektedir.

Kalça kırıkları ayrıca, yılda binlerce hastanın hastane ve bakımevlerine yatırılmasına neden olmaktadır. Kalça kırıkları 75 yaş veya üzerindeki bireylerde kaza sonucu ölümlerin, başlıca sebebi olan düşmelerin ana nedenidir. Bu, çok önemlidir. Yaşlı­lara kendini korumanın ve düşmemeye dikkat etmeleri gerekti­ğinin üstünde durulması gerekir. Omurga ve bilek kırıkları da, yılda binlerce doktor muayenesini gerektiren acı, ıstırap ve sakatlıkların yaşandığı, pahalıya mal olan sorunlardır. Bilek kırığı görülenlerin üçte biri kadarı kalıcı işlevsel sakatlıklarla yüz yü­ze kalırlar. Bedensel özürlü durumuna düşerler.
Osteoporoz tedavisinde kullanılan ilaçlarla kemiklerin tam olarak normale dönmediğini, buna karşın kırılma riskini azalttı­ğını yaşlılara anlatmalıyız. Tedavi, yaşam stilini ve alışkanlıkla­rını değiştirmekten geçmektedir. Ailesinde osteoporoz hastası bulunanlar, kemik yoğunluğunun artırılması için ergenlik dö­neminden itibaren spor yapmaya başlamalı, kalsiyumdan yana zengin beslenmeli, ideal vücut ağırlığında kalmalı, sigara kullanmamalı, güneş ışınlarından yararlanmalıdır. Yetişkin dö­nemde kemik yoğunluğunun korunması ve kemik kaybının ön­lenmesi için egzersiz önemlidir.

Cinsiyet hormonu bozuklukları ve D vitamini eksikliği var­sa tedavi edilmelidir. Kemik yıkımını artıran ilaçlar kullanılı­yorsa, menopoza erken girilmişse hastayı takip eden hekimin dikkatli olması ve ona göre tedavi şekli belirlemesi gerekir. Teş­histen sonra tedavi için hastanın eğitimi gerçekten çok önemli­dir. Yaşamının bundan sonraki bölümünde nasıl besleneceği, nasıl hareket edeceği hastaya çok iyi anlatılmalıdır. Hasta ile sü­rekli iletişim kurulmalıdır. Kadın menopozda da kadın hastalık­ları uzmanına altı ayda bir kontrole giderek bu kemik yıkımı so­rununun üstünde durmalıdır.
İlaç tedavisinde kemik yıkımını yapan hücreleri bloke eden ilaçlar kullanıyoruz. Bedendeki kemik kütlesindeki kayıp yüzde 30′u aştığında bunun tedaviyle yerine konulması çok zordur. Osteoporoz oluşumu ile vücutta bu yaşlardaki östrojen yapımı azalması yakından ilgilidir. Bu nedenle özellikle ailesinde oste­oporoz, yaşlılıkta kemik kırığı hikâyesi olan kimseler âdetten kesilip menopoza girdiği ilk altı ay içinde hormon replasman te­davisine başlarsa çok uygun olur düşüncesindeyiz.

Bu durumdaki bir hastada çok hafif bir çarpma bile kemik kırıklarına yol açabilir. Osteoporoz pahalı bir hastalıktır. Oste­oporoz tedavisi kadın hastalıkları uzmanı, fizik tedavisi ve iç hastalıkları uzmanının, ortopedi uzmanının beraberce hastayı ele almasını gerektirir.
Genel yaşam biçimimiz dengeli beslenme üzerine kurulma­lıdır. İskelet gelişimi anne karnında başlar. Bu nedenle kadın doğum doktorları gebelikte annenin kalsiyum almasına özen gösterirler. Annenin kalsiyumdan yana zengin besinlerle hami­leliğini geçirmesi, bebeğin doğunca anne sütüyle beslenmesi, gelişme çağında yeterli kalsiyum alınması kemik kütlesinin iste­nilen düzeye ulaşmasını sağlar. Kadınlar için bu çok önemlidir. Çünkü kemik yıkımı menopoz döneminde en yüksek düzeye ulaşmaktadır. Bu da kemiklerin zayıflamasına ve kırık olasılığı­nın artmasına neden olur. Osteoporoz olma riskini artıran beslenme ile ilgili faktörler arasında aşırı alkol, kafein ve sigara tü­ketimi de gelir. Çünkü kalsiyum emilmesi ile doğru orantılıdır. Kalsiyumun vücut tarafından alınabilmesi için D vitamini alın­ması da çok önemlidir. Kalsiyumu diğer besin gruplarıyla den­geli almak gerekir.

Yeterli miktarda D vitamini de, örneğin gü­neş ışığından yeterince faydalanmak kalsiyumun emilmesini ar­tırır. K ve C vitamini yeterli alınmalıdır. Fazla protein almak, sodyum, şeker ve yağ oranı yüksek besinleri tüketmek vücutta kalsiyum emilmesini azaltır. Kalsiyum kaynakları süt ve süt ürünleri, yani yoğurt, peynir, ayran, yeşil yapraklı sebzeler, baklagiller, fındık, pekmezdir.

Osteoporozlu Hastalar Neden Kırılgan Olurlar.?


Osteoporozlular kırılgandır:
Osteoporotik hastaların kemiklerinin çok kırılgan olduğunu biliyoruz. Osteoporozdan en fazla etkilenen kemikler omurga, kalça ve el bilek kemikleridir. Belirgin bir neden olmaksızın ve­ya şiddetli olmayan düşme ve çarpmalarda osteoporotik kemik­ler kolay kırılabilir.
Menopoz sonrasında, hareketliliği az olan kadınlarda oste­oporozun hızlı ilerlediğini belirtmeliyiz. Çok basit hareketler yüzünden, hafif düşmelerde bile kırıklar olabilir. Çökme kırık­ları şeklinde kırıklar görülebilir. 30 yaşındaki bir kadın düştü­ğünde herhangi bir kırık olmaz, ancak anneannesi düştüğünde mutlaka olur. 1950′lere kadar yaşlı ölümlerinin üçte biri kalça kırığı yüzündendi. Yaşlılarda osteoporoz zaten ağrıyla değil, boy kısalması, kamburluk ve bir gün kalça kırığı olarak kendini gös­terir.
Amaç, kırık olmadan önlem almak ve hastanın yaşam kalite­sini artırmak olmalı. Menopoz, düşük kilolu olmak, daha önce kırık olması ve ailede osteoporoz öyküsü olması, erken safhada röntgen tetkikleri yapmayı düşündürür. Sadece kemikteki nite­liği değil, niceliği de saptamak gerekir. Osteoporozun ileri aşa­masında bazen sert bir çarpma veya düşmeye bile gerek kalma­dan sadece koltuğa hızlı bir şekilde oturma halinde bile omurga çöker ve kırılabilir. Bu riski taşıyan hastaları belirlememiz de çok önemlidir. Hastada kemik yapımında azalma veya osteopo­roz saptandı diyelim: Tedavi başladı, bu tedavinin hastaya etki­si, hastanın tedaviye verdiği cevabı da ölçmek gerekir. Hasta bir yıl ilaç kullandı diyelim, tedavinin yararı olup olmadığını sap­tamak için de kontrol tetkikleri yapılmalıdır. Ayrıntıya girdiği­mizde bütün okuyucularım, menopozda hastayı hekimin yakın­dan takip etmesinin önemi ortaya çıkmaktadır.
Hastanın en çok risk altında olduğu bölgeler omurga ve kal­çadır. Buradaki kırıklar, ölümlere neden olabilecek sorunlara yol açabiliyor. Özellikle yaşlı bir hastada sorun sadece kırık de­ğil, hastanın yatağa bağlanmasıdır. Buna bağlı olarak damar tı­kanmaları olabilir ve ölüm riski doğabilir. Belli bir yaşın üstün­de kalça kırığı olan ve yatan hastalarda maalesef böyle bir risk vardır. Omurgadaki herhangi bir kırık da, omuriliği kesip bel­den aşağısının tutmamasına neden olabilir. Kırık oluştuğunda hastaya ciddi sorun yaratacak veya ölüme neden olabilecek iki önemli bölge bunlardır.

Osteoporoz Döneminde Ke­mik Yoğunluğu Ölçümü


Kemik Yoğunluğu Ölçümü
Osteoporoz teşhisinin konulmasında önemli bir araç olan ke­mik yoğunluğu ölçümü çok basit bir işlemdir.
Bu yöntemi şöyle açıklayabiliriz: Hasta makineye uzanır. 8-10 dakika süren bir tarama yapılır. Genelde iki bölgeden analiz alınır. Tüm vücut da taranabilir. Hastanın kemiğindeki dansite değerlerine bakılır ve kendi yaş grubuna uyan normal değerler­le kıyaslanır. Normal yaş gruplarına göre kemik dansitesi çok düşükse, beklenen yani klasik osteoporoz değil, bir başka hasta­lığa bağlı osteoporoz olabilir diyoruz; hormonal nedenler, tiroid, hipofiz problemleri, sürekli ilaç kullanmak… Genç erişkin grubu ile kıyaslandığında (25 vede 40 yaş grubu ağırlıklı dansite de­ğerleri), dansite az ise yavaş yavaş osteoporoz riski var denilir. İki kıstas vardır: Biri kendi yaş grubuna göre, biri de genç eriş­kin grubuna göre. Bu değerlere göre tanı konulmaktadır.
Kemik ölçümü yapan çok değişik üreticilerin değişik cihaz­ları ülkemizde bulunmaktadır. Bunların her birinin “normal” değerleri farklıdır. Yani değişik makinelerde hastada bu neden­le bir gün ara ile yapılan tetkiklerde değişik makinelerde deği­şik değerler bulunur. Bu durum sizi şaşırtmasın.
Hastanın kendi kendine, kemik yoğunluğu ölçümü yaptır­mak istemesi anlamsızdır. Mutlaka önce kendi kadın hastalıkla­rı uzmanına danışmalıdır. Eğer doktoru gerekli görürse bu tet­kik yapılmalıdır. Hasta tetkiklerini, bir yıl ya da iki yıl aralıklar­la yaptırıyorsa, aynı tarihte yaptırması gerekiyor. Mevsimsel değişiklikler kişiyi etkileyebiliyor.

Osteoporoz Nasıl Önlenir.?


OSTEOPOROZUN ÖNLENMESİ
Kemikler, doğumdan ölüme kadar hiç durmaksızın kendini yeniler. Sürekli olarak eski kemik dokusu yıkılırken, yeni doku üretilir. İlerleyen yaş ile birlikte, yapım ve yıkım arasındaki bu denge bozulur. Yapım hızı yıkım hızının gerisinde kaldığında ise sonuç kaçınılmazdır. Kemik erimesi, yani OSTEOPOROZ!
Kadınlarda ve erkeklerde bu hastalığın erken dönemde teş­hisinde başvurulan en güvenilir tanı yöntemi kemik yoğunluğu ölçümüdür. Osteoporozun teşhisi için son yıllarda daha basit ve ucuz bazı kan tahlilleri de yapılmaktadır. Teşhisle ilgili bölüm­lerde bu kan tahlillerine ayrıntılı olarak değineceğiz.
Kemik yoğunluğu ölçümü teknik olarak nedir ve nasıl yapılır?
Kemik yoğunluğu ölçümü, vücuttaki kemik dokularının yo­ğunluğu ve mineral içeriğini saptamak için yapılır. Bu test, çok düşük dozda röntgen ışmı kullanan özel cihazlar ile yapılır. İş­lem kısa sürer, ağrısızdır ve öncesinde herhangi bir hazırlık ge­rektirmez.
Kemik yoğunluğu ölçümü neden önemlidir? Hem kadınlar­da, hem de erkeklerde kemik yoğunluğundaki azalma, zaman içinde kemiklerin daha kırılgan hale gelmesine, küçük kaza ve çarpmalarda bile kırıklara neden olmasına yol açar. İşte bu azal­manın derecesini öğrenmemizdeki en önemli teşhis yöntemi bir önceki başlıkta açıkladığımız kemik yoğunluğu ölçümüdür. Or­ta yaşın üzerindeki erkek ve kadınların herhangi bir şikâyetleri olmasa dahi, bu testin yılda bir kez veya kişinin durumuna gö­re birkaç yılda bir yaptırılması önerilmektedir.
Özellikle kadınlarda, menopoz başlangıcı ile hızlanan kemik erimesinin (osteoporoz) değerlendirilebilmesi açısından çok faydalıdır. Kişinin menopoza girmeden önce mevcut normal ke­mik yoğunluğunun bilinmesi, menopoz sonrasında ortaya çıka­cak kemik yoğunluğundaki azalmanın oranının daha spesifik yapılmasını sağlayacaktır. İnceleme vücudun belli bölgeleri (kalça, bel vb.) için olabileceği gibi tüm vücut incelemesi şeklin­de de olabilir. Elde edilecek sonuçlarla, kırılma riski veya teda­viye yanıt takip edilebilir.
Osteoporozun ilk kez tanımlanmasından bu yana, menopoz sonrası kemik kaybı ve bunun sonucunda oluşan kırıkların ana nedeninin yumurtalık yetmezliği ve dolaşımdaki östrojen dü­zeylerinin düşmesi olduğu sürekli olarak bildirilegelmiştir. Ost­rojen replasman tedavisinin, yani östrojenin dışarıdan verilme­sinin, menopozun etkilerini gerilettiği 15-20 yıldır bilinmekte­dir. Bu ayrıca, yumurtalık yetmezliğinin kemik üzerindeki etki­lerini de kapsamaktadır. Ostrojenlerin kemikler üzerindeki etki­leri iskelete ait bölgelerde açıkça görülür; bunlar, yüksek kırık riski olan bölgelerdir: omurga, önkol ve kalça diz arasındaki ba­cak kemiğinin boynu. Östrojen tedavisi, erken menopoz sonrası osteoporozu önleyici bir yaklaşım olarak kullanılmasının yanı sıra, yerleşmiş osteoporozun tedavisi olarak da kullanılabilir. Ostrojen tedavisi tüm bölgelerdeki kırık riskini azaltır. Ostrojen replasman tedavisinin 5-10 yıl devam etmesi durumunda, teda­vi edilen hastalardaki görece kırık riski, tedavi edilmeyen ka­dınlara kıyasla söz konusu bölgeye bağlı olarak 0.20 ile 0.50 ara­sında değişmektedir. Bu, ağızdan ve deriye yapıştırılan hormon ilaçları için geçerlidir. Ancak, emilişin önlenmesi, dolaşımdaki ostrojen düzeylerinin konsantrasyonu ile zıt ilişkidedir. Dolayı­sıyla ostrojen replasman tedavisinin menopoz sonrası tüm ka­dınlara verilmesi her zaman risksiz değildir ve alternatif tedavi­lerin geliştirilmesi gerekmektedir.
Kalsiyum dengesini korumak ve kemikten aşırı kalsiyum ay­rılmasını önlemek için, her yaşta yeterli kalsiyum alımını zorun­ludur. Çocukluk ve ergenlik dönemi sırasındaki kalsiyum alınımı ile menopozda gözlemlenen kemik kütlesi yükselişi arasında anlamlı, olumlu bir bağlantı vardır. Ergenlik öncesi çocuklarda kalsiyum desteğinin, bu yaşta görülen kemik kütlesi artışını an­lamlı derecede artırdığı kısa süre önce gösterilmiştir. Menopoz­dan sonraki ilk yıllarda, sadece kemikte kalsiyum kaybını önle­mez. Ancak yaşamın daha sonraki evrelerinde, menopoz ortaya çıktıktan en az beş yıl sonra, düşük kalsiyum almımı olan kadın­larda kemik kaybı hızı, destek uygulanan kadmlardakine oran­la daha yüksektir. Yaşlı kişilerde, kalsiyum ve D vitamini deste­ğinin kalça kırığı olasılığım yüzde 40 azalttığı gösterilmiştir.
Kalsitonin denen madde kemik yıkımını engeller ve dolayı­sıyla, menopoz sonrası kemik kaybının önlenmesinde önemli bir tedavidir. Kendileri tarafından uygulanan derialtma yapılan enjeksiyonlarla tedavi edilen sağlıklı menopoz sonrası kadınlar­da, iki yıl süreyle 5000 IU insan kalsitonini (yaklaşık 50 IU/haf-ta’ya eşit) içeren bir şekilde, bel bölgesindeki kemik kaybında östrojenlerle elde edilene denk bir düşüş sağlanmıştır. Ancak diğer tedavi yöntemlerinde yazdığımız gibi, bu yöntemi de ke­sinlikle bir kadın hastalıkları uzmanının önerdiği şekilde ve onun kontrolü altında uygulamalısınız.
Burna uygulanan kalsitonin ile menopoz sonrası kemik kay­bının önlediğine ilişkin birçok bildiri yayımlanmıştır. Burna uy­gulanan bu kalsitoninin menopoz sonrası kemik kaybını önle­medeki etkinliğine ilişkin ilk bildiri, 50IU/gün (haftada beş gün)+500mg/gün kalsiyumun belkemiğindeki kemik kaybını önlerken, aynı miktarda tek başına kalsiyumun bunda başarılı olamadığını göstermiştir. Bu kısa süreli kontrollü çalışma beş yıla uzatılmış ve bu süre sonunda elde edilen sonuçlar ilk veri­leri doğrulamıştır. Günde 50IU’luk bir nazal kalsitonin dozu ke­mik kaybını önleyebilirken, 200 IU/gün’lük doz belkemiğinde kemik kütlesinde anlamlı bir artışa neden olmuştur.
Bir üçüncü kuşak bifosfonat olan tiludronatein altı ay sürey­le uygulanmasının menopoz sonrası kemik kaybmın 24 aya ka­dar bir dönem boyunca önleyebildiğine daha önce değinmiştik. Osteoporozun önlenmesinde bifosfonatlarm kullanımı olarak halen araştırılmaktadır.

Menopozda Osteoporoz Tedavisi


OSTEOPOROZUN TEDAVİSİ
Menopozda kadınlardaki en sık yapılan tedavilerden biri osteoporoz tedavisidir. Kalsitoninin kesinleşmiş osteoporoz üze­rindeki olumlu etkileri birçok yayında gösterilmiştir. Kalsitonin enjeksiyonlarının menopoz sonrası osteoporozun tedavisinde daha fazla kemik kaybını önleme, kırık oranlarında azalma ve ağrı kesici olarak etkili olduğu bildirilmiştir. Kalsitonin tedavisi özellikle hızlı seyreden osteoporozu olan hastalar için gerekli­dir. Bu hastalarda elde edilen sonuçlar, iskelette net bir kemik minerali artışı ve kemiklerde kemik kaybında bir azalma oldu­ğunu göstermiştir.
Burun yolundan spreyle uygulanan salmon kalsitonini, oste­oporoz beklentisi olan kimselerde temsili örneklerinde doza bağlı bir koruyucu etkisi vardır. Kemik yapımını yansıtan biyo­kimyasal verileri düşürerek, hem omurga hem de kolda daha fazla kemik kaybını önler. Kalsitonin ile uzun süreli burundan tedavi özellikle omurgada etkilidir burada kemikte net bir artış sağlarken, önkolda en iyi cevap, sürekli tedaviyle elde edilir.
Nazal salmon kalsitoninin osteoporozlu kadınlarda omurga kı­rık oranlarını 2/3 oranında azalttığı gösterilmiştir. Kalsitonin kemik kütlesi ve kırıklar üzerine olumlu etkilerinin yanı sıra, bu hormonun anlamlı ağrı kesici etkileri de vardır. Kemik ağrısının osteoporozlu hastaların en önemli yakınmalarından biri olduğu göz önünde tutulduğunda, bu etki özellikle önem kazanmakta­dır. Osteoporozlu kadınlara burundan verilen ilaçlar, dinlenme ve hareket halinde kemik ağrısını azaltır, ağrı kesici ilaç kullanı­mında anlamlı bir azalmaya neden olur.
Fluorid, kemik yapımını anlamlı derecede uyarabilen, şu an kullanımda olan tek ajandır diyenler var. Bugüne değin, fluorid uygulamasının osteoporozdaki uygulanması gereken dozları ve rejiminin henüz bilinmediği ve uygun olmayan formların yük­sek düzeylerde verilmesinin osteoporoz tedavisinde yarardan çok zarar getirebileceği açıkça görülmektedir.
Klinik ve toplumsal ve parasal açıdan osteoporoz, önemli bir kemik metabolizma hastalığıdır. Normal olarak yeni kemik olu­şumu ile kemik yıkımı arasında, sonucu eşit olan bir denge var­dır. Osteoporozun klinik gelişiminde kemik yıkımı, yapımına göre artmış ve negatif bir denge oluşmuştur. Dünyada, her üç kadından biri yaşamı boyunca az ya da çok osteoporozdan etki­lenir. Sadece Amerika’da yılda 1 milyon 300 bin, Avrupa’da 200 bin osteoporoz nedenli kırık oluştuğu biliniyor. Kalça kırıkların­dan sonraki altı ay içinde, ölüm yaklaşık yüzde 20, tekrar yürüyememe yaklaşık yüzde 50, uzun süreli evde bakım gereksinimi yaklaşık yüzde 20 ve günlük yaşamlarında fonksiyonel olarak başkalarına bağımlı olma oranı yüzde 10 düzeyindedir. Bu veri­ler bu hastalığın önemini gözler önüne sermektedir.
Günümüzde, kemik yapım ve yıkımının, kan ve idrarla sap­tanabildiği biyokimyasal testlerin, kemik metabolizması düzen­sizliklerinin erken tanısmdaki önemi giderek artmaktadır. Çün­kü osteöporoza bağlı yıkımın kemik mineral yoğunluğu ölçü­müyle saptanabilmesi, başlangıcından en az iki yıl sonra müm­kün olabilmektedir. Tedaviye yanıtın bu yöntemle saptanabil­mesi için de üç aylık bir süre gerekmektedir.
Kemik yapım ve yıkımının değerlendirilmesindeki laboratuvar testleri, diğer yöntemlere kıyasla daha düşük maliyettedir. Bu yeni testlerin çoğu Türkiye’de de yapılmaktadır.
Ülkemizde de yapılabilen ve kemik yapım/yıkım sürecinde rol oynayan testler:
Osteokalsin, I-PTH (parathormon-intact), Pryridinium Crosslinks (PYR, DPD), N-Telopeptidler ( NTx), Hidroxiprolin ve Beta-Crosslabs’tır (B-CTx).
Beta crosslab kemik yıkımmrn değerlendirilmesinde kullanı­lan duyarlı bir testir.
C-Telopeptid çapraz bağları, kemiğin organik yapısının yüzde 90′ını oluşturan Tip I Kollajene özgündür. Özellikle izo-merize olmuş B-formu (B-CTx) kemik rezorpsiyonuna en özgün olandır. Bu testleri burada bilgiçlik olsun diye değil, sizden is­tendiğinde neyin ne olduğunu bilesiniz diye yazıyorum. Meno­pozda kadına büyük görev düşmektedir. Çoğu kadın acil bir du­rum yok diye kendi tahlillerini takip etmez ve yıllar geçiverir.
Yapılan son çalışmalarda, kadınların menopoz öncesi ve menopoz sonrası dönemlerindeki, kemik yıkım ürünlerinin ar­tış oranları karşılaştırıldığında, diğer yıkım ürünlerine göre da­ha çok yükseldiği gözlemlenmiştir.
Bazı tedavi yöntemlerinde tedaviye yanıtı izlemede etkinlik düzeyleri, freepyridinolinlerde düşük, pyridinolinlerde orta, telopeptidlerde ise en yüksek olarak saptanmıştır.
Serumda B-CTx düzeyi, antirezorptif tedavinin etkinliğini değerlendirmek açısından önemlidir. Bu anlamda tedaviye ya­nıt, 2-3 hafta içinde, azalan serum B-CTx düzeyleri ile izlenebilir.
Sonucun menopoz öncesi aralıkta çıkması osteoporoz tedavi gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Kadınların menopoz öncesi de­ğerlerinin bilinmesi, ilerideki yıllarda, kemik yıkım sürecinin iz­lenmesi ve tedavisi açısından böylelikle büyük bir önem taşır.
Referans değerler:
Kadın; Premenopozal 20-45 yaş <0,28>20 yaş <0,34> Erkek; 30-60 yaş <0,30>Örnek: Serum, sabah açlık örneği gereklidir. Uzun süreli tedavi takiplerinde, aynı saatlerde alınmış se­rum örnekleri kullanılmalıdır.

Hareketlilik ve Esneklik Egzersizleri


Hareketlilik ve Esneklik Egzersizleri
Koşu, tenis gibi zorlu sporları yapmak düşüncesi size çekici gelmiyorsa, olduğunuz yerde yapabileceğiniz belirli yararlı alış­tırmalar vardır. Bunların esnekliğe bir katkısı olmasa da zihin­sel ve fiziksel yanıtları canlandırırlar ve görünümünüze olumlu katkıda bulunurlar. Bununla birlikte kendinizi iyiden iyiye bı­rakmışsanız veya eğer artritiniz varsa aşağıda anlatılan bu alış­tırmalar ideal bir seçenek oluşturur.
Bacak hareketliliği
Oturun, bir tabanınızın altından bir eşarp geçirin. Her iki eli­nizle eşarbın birer ucundan tutarak ayağınızın ucunu hafifçe yukarı çekmeye çalışın. Öbür ayağınıza da aynı şeyi yaparak uygulayın.
Bel hareketliliği
İskemleye oturun, hafifçe dönerek bir dirseğinizi iskemlenin arkalığına atın. Aynı hareketi öbür kolunuzla da yapın.
Ayak bileği hareketliliği
Bacak bacak üstüne atın ve yavaşça ayak başparmağınızla bir daire çizin. Aynı hareketi öbür ayağınızla da yapm.
Genel duruş
İskemleye kalçanızı iyice geriye atarak oturun, belinizi dikleştirin; göğüs dışarı, baş yukarı olsun.
Ayak hareketliliği
İskemleye oturun, her iki ayak bileğini, önce parmaklarınızı sonra da topuklarınızı yukarı kaldırarak bükün.
Boyun hareketliliği
Başınızı bırakın öne düşsün; yavaşça kaldırın. Bu kez yana düşürün ve gene yavaşça kaldırın.
Kol kasları
Bu alıştırma kolların altındaki sarkmaları önlemek üzere ha­zırlanmıştır. İskemleye oturun, ellerinize birer ağırlık veya ağır birer kitap alıp göğsünüze tutun ve yavaşça yanlara doğru kollarınızı açın. Hareketi yineleyin, ama hiçbir zaman kendinizi zorlamayın. Bütün bu hareket önerileri genel bilgidir. Belki her­kese uymayabilir. O nedenle bir uzmanın gözetiminde bu hare­ketleri uygulamanız uygun olur.

Depresyonun Çeşitleri Ve Depresyonun belirtileri


Depresyonun değişik tipleri
İçsel depresyon, kişideki biyolojik değişikliklerin neden ol­duğu, beyin metabolizmasındaki kimyasal bir düzensizlik ya da eksikliktir. Hekimler henüz içsel depresyonu başlatan nedenin ne olduğunu söyleyememekle birlikte, ilaçlarla tedavi edebil­mektedirler. Tepki depresyonu, çoğunlukla bir yitime, eşin ölü­mü, bir ilişkinin kopması gibi verilen bir yanıttır ya da bir has­talığa, tedavi veya hormonsal dengesizliğe gösterilen bir tepki­dir.
Depresyonu belirleyen ruhsal durum değişmeleri hareketli­liğe doğru da olabilir ki, bu durumlar mani olarak nitelendirilir. Olay “manik depresif” döngülerden geçebilir ve birbiri ardı sı­ra depresyon veya mani veya her ikisinin karışımı özellikler gösterir.
Depresyonun belirtileri
Depresyon kendini değişik şekillerde gösterir: Ruhsal du­rum değişmeleri, üzüntü, mutsuzluk, karamsarlık ve daha son­ra da umutsuzluk yönünde kayma gösterir. Sevgi ve sevecenlik duygularında azalma vardır. Aşağılık, yetersizlik ve yararsızlık en yaygın duygulardır. Davranış biçimleri kökten değişebilir ve hırsızlığa, sahtekârlığa ve cinsel sapmalara kadar gidebilir.
Manik depresiflerdeki bu içedönük depresyon, aniden sal­dırgan, aşırı heyecanlı ve vahşi bir manik döneme girebilir. Ma­nik depresif kadınlar için durum daha kötüdür, çünkü artmış cinsel isteklerinden dolayı bir nimfomanyak olarak görülebilir­ler. Yani sürekli cinsel birleşme veya mastürbasyon dürtüsü ile
hareket ederler. Bir de, depresyonu kederin yoğunlaşması değil de, zevklerin azalması olarak yaşayan kadınlar vardır. Bu “gü­len depresifler” her ne kadar tedaviye en az normal depreşirler kadar gereksinim gösteriyorsa da hekimlerine pek inandırıcı gelmeyebilir.
Bazılarında ise düşünme, dikkat, yoğunlaşma ve bellek bo­zulabilir. Bazen bunlar sessiz, köşesine çekilmiş ve hareketsiz olabilir. Bunların canlılığında ve yaşama olan ilgisinde azalma görülür; genellikle dağınık, duyumsamaz ve uyuşuktur.
Bu durumdaki kişilerin çoğunda önce iştah azlığı ve yemek­lere olan ilginin kaybolması gözlenir. Bunu cinsel etkinlikte azalma ve âdet bozuklukları izler. Uyku düzeni şiddetle etkile­nir ve bir enerji kaybı söz konusudur. Bu kimselerde hazımsız­lık, karın şişliği, terleme oldukça sık görülür.
Depresyonun tıbbi tedavisi
Menopozda depresyonlar, özellikle eğer bundan sorumlu olan koşullar değiştirilemiyorsa, kişinin kendi çabasıyla ortadan kaldırılamaz. Profesyonel yardıma gereksiniminiz vardır, artık bir ruh hastalıkları uzmanına başvurmak gerekir.
Doktorunuz öncelikle sizi evinizde görmeye gelip sorunları­nızla ilgilenecek ve doğru çözümü bulmanız konusunda yol gösterecek bir toplumsal görevli ya da sağlık görevlisinin deste­ğini önerebilir. İkinci olarak, depresyonda genellikle uyuma güçlüğü çekildiğinden, uyku düzeniniz yeniden kuruluncaya kadar kullanılmak üzere doktorunuz size uyku hapları verebi­lir. Hiçbir ruhsal hastalık uyku olmadan daha iyiye gitmez.
Daha da ötesi, doktorunuz size şiddetli depresif hastalıkların tedavisinde kullanılan güçlü maddeler olan antidepresan ilaçlar verebilir.
Depresyondaki kişinin kendine yardımı
Henüz ciddi bir hastalık haline gelmemişse, depresyonu or­tadan kaldırmak için yapabileceğiniz bir-iki şey vardır. Olaylar üstüne düşünmek veya onları değiştirmeyi istemek, işe yara­maz, ama olabildiğince olağan bir düzeni sürdürmeye çalışmak yardımcı olabilir.
Mizah anlayışı: Çok önemlidir. Yalnız mutsuzluk duygusunu azaltmakla kalmaz, olaylara yeniden belirli bir açıdan bakma­mızı da sağlayabilir.
Etkinlik: Her çeşidi önemlidir, çünkü başarının zevki her ke­derin üstesinden gelebilir.
Çalışma: Herhangi bir işe kalkışmak ve onu bitirmek büyük moral kazandırır ve eşsiz bir değerlilik duygusu verir. Bu, dep­resyon için eşsiz bir tedavi ve çözüm şeklidir. Kararlıysanız, kendinizi uzun zamandır ertelediğiniz bir işi yapmaya zorlayın; sonuçtaki doyum size uygulanabilecek olan en iyi tedavidir.
Hoşgörü: Kendinizi tedavi ederken moraliniz yükselebilir, ama her zaman için yemek ve alkol konusunda aşırı hoşgörü­nün ileride kilo ve bağımlılık sorunlarına yol açabileceğini ve al­kolün depresyonu ağırlaştırabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Yalnız başına kitap okumak, yürümek ya da banyo yapmak ki­mi insanlara rahatlatıcı gelmektedir.
Müzik: Çoğumuz için ruhsal durumu düzeltici bir etmendir. Bu, yüzlerce yıldır ispatlanmış bir olgudur. Eski Türklerde, Or­ta Asya’da Şamanist inancın hâkim olduğu geçmiş yüzyıllarda, Baksı adı verilen Şaman müzisyenler tarafından çeşitli hastalık­ların müzik ile tedavi edildiği bilinmektedir. Büyük Türk bilgi­ni Farabi (870 vede 950) “Musiki-ül-kebir” adlı eserinde müziğin in­san sağlığına faydalarını açıklamıştır. Kayseri’de Gıyasüddin Tıp Medresesi ve Gevher Nesibe Sultan Darüşşifası’nda 1205 yı­lından itibaren, Edirne Darüşşifası’nda 1488′den sonra ruh has­taları müzik ile tedavi edilmiştir.
Depresyona karşı kullanılan Türk musikisi makamlarının başında Farabi’ye göre Rast makamı, Neva makamı, Seba maka­mı ve Hüseyn makamı gelir. Yüzyıllardır kullanılan bu makam­ları mutlaka denemenizi önerilir.

Jimnastik Yapmak İçin Isınma Hareketleri


1- BİRİNCİ ISINMA HAREKETİ: Kalp atışlarının ritmini hızlandırır,kan dolaşımının hareketlendirir. Parmak uçlannızı yerden kaldırmadan, sanki yürüyormuş gibi ayaklarınızı hareket ettirin. Hareketin süresi: 12-25 yaş arasındaki­ler için 120 saniye; 26-30 yaş arasındaki­ler için 90 saniye; 39 vede 49 yaş arasındaki­ler için 50 saniye; 50 yaş sonrası için 30 saniye
2- İKİNCİ ISINMA HAREKETİ: Bu hareket gerek adaleler gerekse kalp damar sistemi için çok yararlıdır. Ba­caklarınızı iki yana açın, derin nefes alıp kollarınızı önce yukarı, sonra da yana götürün. Nefesinizi verin ve vücudunu­zu öne eğip kollarınızı önde çaprazlayın. Hareket süresi: 12-25 yaş arasındakiler için 120 saniye; 26-38 yaş arasındakiler için 90 saniye; 39-49 yaş arasındakiler için 50 saniye; 50 yaş sonrası için 30 sa­niye.
jimnastik-ısınma hareketleri

3- KARIN. BACAKLAR VE AYAK Bİ­LEKLERİ İÇİN: Ayaklarınız bitişik, kollarınızı önde dik açı meydana gelecek şekilde tutarak durun. Dizlerinizi elleri­nize değdirerek önce bir, sonra öteki ayağınızın üzerinde sıçrayın.Hareket sü­resi: 12—25 yaş arasındakiler için 60 sa­niye; 26-38 yaş arasındakler için 50 sani­ye; 39-49 yaş arasındakiler için 30 sani­ye; 50 yaş sonrası için 10 saniye.
4-KALÇA VE SIRT İÇİN: Bacaklarını­zı üd yana açarak, sağ elinizi belinize koyup sol kolunuzu yukarı kaldırın. Vü­cudunuzu sağdan sola doğru döndürerek sağ tarafa doğru yaylanın. Sonra öne eğilip, kollarınızı ileri doğru uzata­rak gergin tutun. Sol elinizi’ belinize ko­yup, sağ kolunuzu yukarı kaldırarak vü­cudunuzu tekrar döndürüp bu sefer sola doğru yaylanın. Hareketi: 12-25 yaş ara­sındakiler 5 kere, 26-38 yaş arasındaki­ler 3 kere, 39-49 yaş arasındakiler 2 ke­re, 50 yaşın üstündeküer 1 kere tekrarlayın
5-BACAKLAR İÇİN: Sağ ayağınızı bir iskemleye dayayarak ellerinizi baca­ğınızın üst kısmına koyun. Bacağınızı öne doğru kıvırıp iki kere yaylanın. Ay­nı hareketi sol bacakla tekrarlayın. Ha­reket süresi: 12-25 yaş arasındakiler için 60 saniye; 26-38 yaş arasındakiler için 50 saniye; 39-49 yaş arasındakiler için 30 saniye; 50 yaş sonrası için 15 saniye.
6-KARIN İÇİN: İskemleye oturup, ayak parmaklarınız ucuyla yere basın. Ellerinizle iskemlenin iki yanına tutu­nun, dizlerinizi göğsünüze doğru çeke­rek derin derin nefes alın. Bacaklarınızı öne doğru gererek nefesinizi verin. Hare­keti 12-25 yaş arasındakiler 10 defa; 26-38 yaş arasındakiler 8 defa; 39-49 yaş arasındakiler 5 defa; 50 yaşm üstündeki-ler 3 defa tekrarlamalıdır.
7- SIRT, KARIN VE KOLLAR İÇİN:
Yere uzanıp, kollarınızı başınızın yanından yukarı doğru uzatın, nefes alın. Vü­cudunuzu kaldırıp aynı anda dizinizi kı­rarak göğsünüze doğru çekin. Nefesinizi verip yere yatın. Hareketi diğer bacakla tekrarlayın. Hareketi 12-25 yaş arasın­dakiler 8 defa, 26-38 yaş arasındakiler 6 defa, 39-49 yaş arasındakiler 4 defa, 50 yaşın üstündekiler 2 defa tekrarlamalı­dır.
8-KALÇALAR İÇİN: Bir yanınızın üze­rine yatın. Sağ dirseğinizi ve sol elinizi yere koyun, sol bacağınızı beş kere hava­ya kaldırıp indirin. Aynı hareketi 5 kere sağ bacakla tekrarlayın. Hareketi 12-25 yaş arasındakiler 10 defa; 26-38 yaş ara­sındakiler 8 defa; 39-49 yaş arasındaki­ler 6 defa; 50 yaşın üstündekiler 4 defa tekrarlamalıdır.
9-KALÇA KARIN VE SIRT İÇİN: İs­kemlenin üzerine karnınızın üstüne ya­tın (karnınızın altına bir yastık koyabi­lirsiniz), ellerinizle yere deyin, bacakları­nızı yüzüyormuş gibi hareket ettirin. Dizlerinizi, kollarınızı kıvırmamaya ve başınızı öne eğmemeye dikkat etin. Ha­reket süresi 12-25 yaş arasındakiler için 1 dakika; 26-38 yaş arasındakiler için 50 saniye; 39-49 yaş arasındakiler için 30 saniye; 50 yaş sonrası için 15 saniye.
10- GÖĞÜS ADALELERİ İÇİN: Ba­caklarınızı iki yana açın, elinize ağırlık alarak (içi dolu iki su şişesi olabilir) kol­larınızı öne doğru uzatın. Sonra öne ve arkaya doğru atın. Hareketi 12-25 yaş arasındakiler 30 defa; 26-38 yaş arasın­dakiler 20 defa; 39-49 yaş arasındakiler 15 defa; 50 yaşın üstündekiler 10 defa tekrarlamalıdır.
DİĞER FİZİK HAREKETLERİ
Kollarınızı iki yana açarak vücudun üst kısmıyla sağa ve sola yaylanıp, yere çömelip kalkın.
2- Isınma hareketlerinden sonra gelen gerçek aerobik hareketleri daha hızlı ve yorucudur: İki ayağınız üzerinde zıpla­yın. Koşuyormuş gibi yerinizde sayın. Bacaklarınızı öne ve arkaya atın. Ba­caklarınızı iki yana açarak vücudunuzu döndürün.
3- Üçüncü safhada, dizleri kırmadan vücudunuzu önde, sağda ve solda yay­landırın. Dördüncü safhada, kol hareket­lerine geçin. Kollarınızı önce öne uzatın sonra arkaya götürüp iyice gerin. Vü­cutla öne doğru eğilerek kollarınızı arka­ya ve yukarıya doğru hareket ettirin.
4- Yer hareketleri: Yere oturup, ba­caklarınızı bitişik tutarak dizleri kırma­dan öne doğru yaylanın. Aynı yaylanma hareketini bacaklarınızı iki yana açarak yapın. Sonra ellerinizi ensede birleştire­rek baş ve sırtın üst kısmını kaldırın ve indirin. Yine ellerinizi ensede birleştire­rek bedenin üst kısmını yerden kaldırın. Aynı anda sol dizinizi kıvırarak sağ dir­seğinize değdirmeye çalışın. Hareketi daha sonra sağ diz ve sol dirsekle tekrar­layın.
5-Yan yatıp ellerinizi yere koyun. Bir bacağınızı gergin tutarak havaya kaldı­rın, öteki yanda tekrarlayın. Son olarak soğuma hareketine geçin.Yere yatarak bacaklarınızı yukarı ve arkaya götürün. Sonra tekrar yukarı kaldırıp yere indi­rin…

İvegen Eklem Romatizması


İvegen eklem romatizması hem eklemlere, hem kalbe yerleşen bir hastalıktır. Eklemlere yerleştiğinde tedavisi kolaydır, iz bırakmaz; kalpte ise belirtileri siliktir; ama ağır bozunlar yapar.Streptokok grubundan bir mikroba bağlı bir enfeksiyon hastalığıdır.
Hastalığın geleceği tümüyle, kalbe yerleşme derecesiyle ilgilidir. İvegen eklem romatizması hiçbir zaman 3 yaşından küçüklerde görülmez; çocuklarda ve ergenlik çağındakilerde (çoğunlukla 8 vede 10 yaşlar arasındakilerde) görülür.
Eklem Romatizması


İvegen eklem romatizması bedende üst solunum yolları, burun, boğaz (özellikle anjin) düzeyinde yerleşen bir streptokok enfeksiyonunun sonucudur. Bu ilk hastalıktan ortalama 3 hafta sonra eklem ve iç organ (bu arada özellikle kalp) yerleşimleri belirir.
Genellikle iz bırakmadan iyileşen bir ivegen kalp dışzarı iltihabı biçiminde ortaya çıkar.

İvegen eklem romatizmasının etkeni A grubundan streptokoktur. Hastalık kalbi de etkileyebileceğinden geleceği tehlikelidir. Acil tedavi gerektirdiğinden teşhis çabuk konmalı ve güvenli olmalıdır. Hastalık, 5 yaşından önce pek görülmez. Tipik biçimi, ateşli yaygın eklem iltihabı büyük nöbetidir.

Teşhis:

Klinik belirtiler: Bazen, eklem ağrılarından önce, hiç de dikkat çekmeyen boğaz ağrısı ve hafif bir ateş (38 Cin altında) vardır. Buna karşılık, birçok eklemi birden etkileyen nöbet apansızın başlar. Bütün hastalarda ateş vardır; çok ya da az olabilir. Çocuk terler, rengi solar ve eklemlerindeki ağrılar yüzünden hareketsiz kalır. Hastalık daha çok büyük eklemlere (diz, el ve ayak bilekleri; dirsek eklemleri) yerleşir; eklemler ağrılı, şiş ve sıcaktır. Deri kızarır ve parlar. Ağrı öylesine şiddetlidir ki, çocuk, eklemlerinin hareket ettirilmesinden korkar.

Tamamlayıcı muayeneler: Klinik teşhisin doğrulanması için, mutlaka tamamlayıcı muayeneler uygulamak gerekir. Çok sayıda biyolojik belirti vardır; en önemli ikisi, akyuvarların artışı ve kanın çökme hızının büyük ölçüde yükselmesidir. ASO (Anti – streptolizin – O) tepkimesi, hastalık için özgüldür. Antikor düzeyinin 1/200′ün üstünde olması. genellikle hastalık teşhisini doğrulamaya yeterlidir.

Evrim: Ağrıların bir ortaya çıkıp, bir yokolmasıyla ve bir eklemden ötekine geçişiyle nitelenir. Hastalık eklemlerde hiç bir zaman iz bırakmaz.

Hastalığın öteki biçimleri: Çocuklarda, hastalığın tek eklemi etkileyen biçimlerine çok daha sık raslanır (çok sayıda eklemi etkileyen açık seçik biçimler daha çok ergenlik çağında görülür). Yalın biçimler, eklemlerin birinde (kalça, diz) yerel ağrılar yapar. Bazı çocuklarda, önceden hiç bir romatizma ağrısı olmadan kalp rahatsızlığı görülebilir. Hastalığın bu tür az belirtili biçimlerinde teşhis de güç olur.

Kalp belirtilerine sık raslanır, üstelik ciddidirler; eklemlerde hiç bir bozukluk olmadan doğrudan doğruya kalpte de belirebilirler. Tedaviye erken başlamak gerekir. Kalp kası, kalp içzarı ve kalp dışzarı, hastalıktan etkilenebilirler. Kalp seslerindeki değişiklikler (dinlemeyle saptanır), röntgen filmleri ve kalp elektrosu (elektrokardiyog-ram), hastalığın kalbin neresini (ve ne derecede) etkilediğinin anlaşılmasını sağlar. Hastalığın kalbi etkilemesinin ortaya çıkardığı ve acil önlem gerektiren ciddi tehlike, kortizon türevleri kullanmakla büyük ölçüde hafifletilebilir. En sıkıcı sorun, hastalığın kalpte bırakabileceği izlerin (en sık görülen ikili kapak darlığı gibi) kalıcı olması ve uzun dönemde kalbin çalışmasını etkilemeleri, özellikle de enfeksiyon eklenmelerine elverişli bir ortam hazırlamalarıdır. Bu arada bazı kalp üfürümlennin bütünüyle yitebileceklerini anımsatalım.

Deri belirtilerine oldukça ender raslanır. Harita gibi bir sınır çizgisiyle çevrili kabarıklıklardan oluşan pembe – kırmızı lekelerdir. Hastalığın ciddi biçimlerinde raslanır. Daha çok gövdede ve kol ve bacakların, ayakların iç yüzlerinde olur. Ayrıca sert, ağrısız, mercimek büyüklüğünden nohut büyüklüğüne kadar değişen deri altı düğümleri niteleyicidir

Tedavi: Çift yönlü ve uzun süreli olan tedavide başlıca, iki tür ilaç kullanılır:

— hastalığın etkin döneminde antibiyotikler, özellikle de kas içine penisilin;

— kortizon türevleri: Yeterli dozda kullanılırlarsa, hastalığın kalp ihtilatlarının en iyi önleyicisidirler.

Tedavinin süresi ve ilaçların dozu, klinik belirtilerdeki değişikliklere ve biyolojik belirtilerdeki gelişmeye göre ayarlanır. Ayrıca, 5 yıl süreyle ağızdan penisilin verilmesi, gerekli olmakla birlikte, yeterli değildir; ergenlik çağına kadar sürdürülmeside böylelikle gerekir.

Eklem romatizmasının ortaya çıkmasına olanak vermemek için, her anjin antibiyotikle tedavi edilmelidir. Hastalıktan sonra da, sağlık koruma kurallarına dikkatle uymak gerekir.

Hastalığın kalp kasına yerleşmesi
Kalp hacminin artmasına yolaçar. Hastalık ileti dokusuna da yerleşebilir (bu durumda ritim bozuklukları görülür). Kalp kası iltihabı her zaman iyileşir. Bazen anatomik bozunlar kalsa bile, hiçbir zaman işlev bozukluğu bırakmaz.

Küçük Çocuklarda Kas Gevşekliği


Kaslar, dinlenme sırasında sürekli bir gerilim içindedir. Normalde her eklemin farklı işlevlerini yerine getiren bütün kaslar arasında dengeli biçimde bölüştürülmüş olan bu gerilim, kemiklerin ve eklemlerin (özellikle omurga eklemlerinin) uyumlu gelişmesini ve günlük yaşamın gerektirdiği duruşları (başı dik tutmak, oturmak, ayakta durmak) daha yaşamın ilk yılından başlayarak sağlamak için gereklidir.

Kas gerilimi yeterli değilse (kas gevşekliği), hareketlerin yapılmaya başlaması da gecikir ya da hiç başlamaz. Daha ilerdeyse, çocuk yürüyemez ve durum ana-babanın dikkatini çeker.

Kas gevşekliğinin yanısıra, hareket bozukluğu da varsa, Werdnig-Hoffmann hastalığı (omurilik ön boynuzunu etkileyen kalıtımsal bir hastalık sonucu felç; hızla ölümle sonuçlanır), bir kas hastalığı ya da kas yorgunluğu hastalığı bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır.

cocuklarda Kas Gevsekligi

Sakatlık ve felç durumu yoksa, raşitizm, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, solunum yetmezliği, karaciğer işlevlerinde bozukluk, tiroyit bezinin yeterince çalışmaması, kromozom fapmcı (mongolizm) ve beyin hastalıkları (dölütte oksijenlenme yetersizliği, doğum sırasında travma, çok erken doğmuş olmak, embriyo ya da dölüt hastalıkları) bulunup bulunmadığı araştırılır.

Hastaların çoğunda, hastanede tam bir bilanço çıkarıldıktan sonra bile hiç bir neden bulunamaz. Bazen, ilerdeki aylarda, zeka geriliği ya da çırpınmayla birlikte ya da tek başına beyin kökenli felç yerleşir. Bazense, büyüme ve gelişmede bazı gecikmelere, özellikle yürüme gecikmesine karşın, evrim iyiye doğrudur. Zeka gelişmesi normaldir, hiç bir ihtilat belirmez ve gerek kas elektrosu, gerekse kas biyopsisi normal sonuç verir. Bu durumda, hele ailedeki başka kişilerde de’ kas gevşekliği varsa, hastalık iyicil doğuştan kas gevşekliği olarak nitelenir. Bu tür çocuklar ince yapılı, kas bakımından zayıftırlar; ama normal bir ömür sürerler.

Omurga Çatlağı



Omurga çatlaklığı (spina bifida), nedeni bilinmeyen bir omurilik oluşum bozukluğudur: Omurganın bir noktasında, et kütlesi oluşturan bir kese vardır. Bu kese içindeki sinir maddesi, çoğunlukla bir deri tabakasıyla örtülü ve bu deriye yapışıktır; hastaların yüzde 60′ında omurga çeperi eksiktir. Bu oluşum bozukluğu, gevşek alt üyeler felcine yolaçar; felçle birlikte refleks yitimi, duyu yitimi, sidik ve dışkı kaçırma vardır. Hidrosefaliye de sık raslanır.

Cerrahi girişim pek başarılı sonuç vermez ve hasta böylelikle sakat kalır. Cerrahi tedavi, hastalığın ancak bazı yalın ve iyicil biçimlerinde (beyin zarlarında, fıtık ya da omurgada, çoğunlukla da bel düzeyinde bir kemik eksikliği) etkilidir.

Skolyoz


Skolyoz, normalde düz olan omurganın yana doğru çarpılmasıdır. Hiç ağrı yapmaz; genel muayene sırasında ya da banyodayken, çocuğun kürek kemiklerinden birinin çıkıntı’ yaptığı, kalçasında bakışımsızlık olduğu, bir omuzunun ötekinden daha yüksek durduğu görülür.
İkincil skolyoz ve gerçek skolyoz: Dikkatli bir klinik muayene, ikincil bir skolyoz mu, gerçek bir skolyoz mu olduğunu ayırt etmeyi sağlar. Çıplakken bakıldığında, çocukta sol ya da sağ yanına doğru bir çarpıklık bulunduğu görülür; sırtta görülen omurga çıkıntısı bir S oluşturur; bu dengesizliğin yanısıra, omurların dönüklüğü nedeniyle, kamburluk da vardır.

Skolyoz

Çocuk yüzükoyun yatarken de biçim bozukluğu yitmez; yatar konumdayken kambur bulunması, ikincil skolyoz ile gerçek skolyoz arasındaki farkı oluşturur.
Gerçek skolyoz ciddidir. Özellikle sırttaysa ve erken başlamışsa, evrimi kötü olabilir. Uzun sürede omurilikte ve göğüs “kafesinde önemli biçim bozukluğu yapar, kalbi ve solunumu etkiler, daha sonra da ağrılar başlar. Bu yüzden, skolyoz durumu anlaşılır anlaşılmaz, uzmanlaşmış ortopedi servislerine başvurmak gerekir. İkincil skolyozsa, iyicildir.

Bazen belirli nedenler bulunabilir: Ağrılı sendrom; kalçanın kötü duruşu; bacakların uzunluklarının eşit olmaması (ayakkabı içine özel topuk yükseltici yerleştirilerek düzeltilebilir.) Bazen de, özellikle ergenlik çağındaki uzun boylu gençlerde, hiç bir neden bulunamaz. O zaman, okulda fazla çalışmaktan, çok ağır çanta taşımaktan, sınıfta yanlış oturmaktan ileri gelen bir duruş bozukluğunun sonucu olduğu düşünülür. Kas yeniden eğitimi yararlı olur: Çocuk böylece, duruşunun bilincine varır; karın kaslarını ve sırt kaslarını güçlendirerek (yüzme, basketbol, düzeltici beden eğitimi) dik durma olanağına olarak kavuşur.

Bacaklardaki Duruş Kusurları


Bacak: X bacak (Genu valgum) ya da dizlerin içeri dönüklüğü bacaklarda bir biçim bozukluğudur: Çocuk dizlerini birleştirerek ayakta durduğu zaman, ayak bilekleri birbirinden ayrık kalır.

Bir kemik biçim bozukluğu kökenli olmasına çok ender raslanır. Klinik muaytnede, çocuk dizleri bitişik olarak yatar durumdayken, kuvvetle bastırılsa bile ayak bilekleri bitiştirilemez. Röntgen filminde raşitizm ya da diz kırığı izleri, kemik ya da kıkırdakta oluşum bozuklukları olarak görülür.

Hemen her zaman, bacak yapısaldır; yani, belirli hiç bir neden bulunmaz. Çok sık raslanır: 3 yaşındaki her 4 çocuktan birinde; 11 yaşındaki her 6 çocuktan birinde. Kendiliğinden düzelmeyen ciddi biçimler dışında, hiç bir tedavi gerektirmez. Küçük çocuklarda, fizyolojik bir genel kas gevşekliği belirtisidir. Daha ileri yaşlarda (10 yaşlarındaki şişman çocuklarda), özellikle 10 sm’nin üstündeki ayak bilekleri ayrılıkları, katlanılamayacak kadar sıkıntı verici olabilir.


Düztabanlık: Teşhis, ayağın duruşuna dayandırılır: Ayağın kenarları da yere basar ve ayakkabının biçimini bozar (koncun iç yanı yumuşar ve biçimi bozulur; en çok bu tarafında aşınmış olan taban bölümünün üstünden taşma yapar). Hemen her zaman bir kas ve bağ gevşekliği belirtisidir (X bacak gibi). Özel tabanlı ayakkabı giymenin yararı tartışma götürür. Beden eğitimi (ip atlama, yerdeki eşyaları ayak parmaklarıyla toplama, bisiklete binme) ayağın duruşunu iyileştirebilir.

Doğuştan Kalça Çıkığı


Doğuştan kalça çıkığı, kalıcı biçimde gerçekleşmişse tedavisi güçtür.ciddi izıer bırakabilir.Yetişkinlerdeki 200 000 yozlaştırıcı kalça eklemi romatizmasından yüzde 6O’ı, yapısal bir kusuru bulunan kalçalarda gelişmektedir. Yeni doğmuş çocukta kalça çıkığı yoktur; yalnızca çıkığa anatomik eğilim gösterir, yani çıkmaya elverişlidir. Çocuk büyüdüğünde, yürüme ve kas kasılmaları etkisiyle kalça çıkar.

Teşhis: Yeni doğmuş çocukta krjça çıkığına yatkınlık bulunmasına dayandırılır. Muayenede, Ortolani’ nin girip çıkma belirtisi aranır: Uyluk kemiği başının, uyluk 90′bükükten yaptırılan piston hareketleri sırasında, uyluk başı kalça eklemi yuvasından çıkar; sertçe açmak yoluyla uyluk kemiği başı yeniden yuvasına oturtulur. Oturtma sırasında çoğunlukla açık seçik, hattâ kulağın ayırt edebileceği bir şey duyulur. Ama bu belirti, yalnızca doğumu izleyen birkaç gün içinde vardır.

Röntgen incelemesi fazla bilgi vermez. Yaşamın ilk günlerinde, röntgen verilerinin yorumlanması çok zordur: «Çıkma eğilimli» kalçaların üçte ikisindeki röntgen filmi anormallikleri değişkendir. 4.ayda, röntgen belirtilerinin yorumlanması daha kolaydır;ama bu kez de teşhiste geç kalınmıştır.

Tedavi: Kalçanın «çıkma eğilimli» olduğu farkedilince hemen tedaviye girişmek gerekir. Tedavide, çocuğu rahatsız etmeyecek biçimde, bacakları günde 24 saat süreyle ve aylarca 90° açık tutmak gerekir. Araç olarak şunlar kullanılabilir:


— askılı bir külota tutturulan bir yastık;

— bacağın üst bölümünü saran halkaları olan ve bu halkalar arasında uzunluğu ayarlanabilir bir çubuk bulunan bir atel;

— Van Rosen aygıtı.

Tedaviye ne kadar erken başlanırsa, kalçanın normalleşmesi de o kadar çabuk ve kusursuz olur. Tedavi konumu önce en az e.İti ay süreyle gün boyu, daha sonra da yalnızca geceleri korunur. Uyluk kemiği başının kalça eklemi yuvası içinde uygun konumda olup olmadığını saptamak için, çocuk yürümeye başlamazdan önce ve başladıktan sonra, röntgen filmi çekilmelidir.

Teşhis koymakta gecikilmişse (6 vede 10 ay) çıkığın tedavisi güçleşir ve uzar: 6-10 hafta süreyle çocuk tam olarak hareketsizleştirilir ve kalça sürekli olarak gergin tutulur; daha sonra da, 4-6 ay süreyle alçıya almak ve çoğunlukla cerrahi girişimde bulunmak gerekir..

Teşhiste daha da gecikilirse, tedavi büsbütün güçleşir ve başarılı sonuç elde etme şansı azalır.

Çocuklarda Kemik Travmaları


Kafa travmaları: Bazen süt bebeği düşer ve o anda gözle görülür hiç bir belirti saptanmaz. Oysa bu durumlarda röntgen filmi çekildiğinde, çoğunlukla kafatasında bir kırık çizgisi oluştuğu anlaşılır. Gerçi bu durumdan fazla kaygılanmamak gerekir; çünkü, sinir ihtilatları son derece enderdir. Gözetim gerekli olsa bile, aşırı önlemler almaya ve bebeğin çevresinde kuşku içinde dönüp dolaşmayada gerek yoktur.

Travma şiddetliyse birkaç hafta içinde yetişkinlerde olduğu gibi birkaç saat içinde değil— beyin sert zarı altında kan toplanması ortaya çıkabilir. Çok ender raslanan, ama ciddi olan bu ihtilat nedeniyle, çocuğun uzun süre hekim gözetimi altında bulundurulması gerekir.

Süt bebeklerindeki kırık ve çıkıklar: Kırık ya da çıkığa neden olan travma önemsiz görünüp, ana-babayı ürkütmeyebilir; ama kazayı izleyen saatlerde, özellikle de giydirilip soyulurken ve altı değiştirilirken, bebeğin ağladığı görülür. Çoğunlukla bebeğin diş çıkardığı ya da nezle olduğu için huysuzlandığı sanılır. Oysa böyle durumlarda çocuk, hekim taralından muayene edilmeli, aşırı ağrı yapan hareketler, kızarmış, sıcak ve ağrılı şişikler olup olmadığı araştırılmalıdır. Bu yaşta kemikleşme henüz tamamlanmamış olduğundan, röntgen filmlerini değerlendirmek de güçtür; bu nedenle, hem sol, hem de sağ kol ve bacakların filmi çekilerek böylelikle karşılaştırılmalıdır.



Tedavi genellikle kolay, evrim de çoğunlukla iyidir.

Dönerkemik başı çıkığı, çok özel bir durumdur. Süt bebeği kabaca çekilirse ya da kollarından tutularak kaldırılırsa ortaya çıkar; şiddetli ağrı, dirsekte şişme ve kolun görev yapamamasıyla yansır. Önkolu tutup özenli biçimde kolun üstüne bükmek (bilek omuza gelecek biçimde), çıkmış dönerkemik başını yerine oturtur. Çıkık kısa sürede tekrarlarsa ya da tedavi güçlükleriyle karşılaşılırsa, dönerkemik başmda bir kırık araştırılmalıdır.

Doğuştan kemik gevşekliği hastalığı: Az raslamr; değişik tipleri vardır. En çok görüleni Lobstein- hastalığıdır. Bu kalıtımsal hastalık, çocukta tekrarlayıcı ve en küçük çarpmada beliren kırıklarla yansır. Bu çocuklarda ayrıca, kafatası kemiklerinde incelme, göz aklarında çok özel bir mavilik,bazen de işitme ve içsalgı bozuklukları vardır.

Hastalığın hafif biçimi bazen daha geç (ergenlik çağına doğru) ortaya çıkar. Bazen de tersine, çok erken ortaya çıkarak (Porak ve Durante hastalığı) süt bebeğinde, hattâ dölütte kırıklara neden olur: Omurga göçük, kol ve bacaklar kısadır; kırıkların kötü kaynaması ve yumuşayan kemiklerin eğilmesiyle biçim bozuklukları gözlenir; kafatası parşömen kıvammdadır. Bu biçimin evrimi son derece kötüdür. Sözkonusu hastalıkların her ikisi de kalıtımsal ve başat türdendir; yani, hastalığın ana ya da babadan çocuklara aktarılma olasılığı yüzde 50′dir.

Ağrı ve Sızı


Ağrıyan yer, balık yağı ile. ovu­lur, üzerine yıkanmamış yün (halk arasında kirli yün şeklinde ifade edi­len) konur. * 20 gr. karabiberle 200 cc. zey­tinyağı, ayrı bir kapta kaynamakta olan suyun İçine (su banyosu) konur, yarım saat kaynatılır. Soğuduk­tan sonra süzülür ve ağnyan yerler bu karışımla ovulur.



* 10 gr. zencefil, 20 gr, çörekotu ile 200 cc. zeytinyağında 10 dakika kaynatılır. Soğuduktan sonra ağn­yan yerler bu yağla ovulur.

* 10 gr. sarımsak, 10 gr. karanfil ve 100 gr. zeytinyağına, 200 cc. su ilave edilerek su buharlaşıncaya ka­dar kaynatılır. Geride kalan yağın ya­nsı kadar çörekotu yağı ilave edil­dikten sonra, bu karışımla ağrıyan yerler ovulur.

* 10 gr kekik yağı, 100 cc. zeytin­yağı ile karıştırılarak ağrıyan yerler ovulur.

* Ağrıyan, sızlayan ve şişen yerler üzerine, zeytinyağı ile silindikten sonra, ateşte yumuşatılmış kara laha­na yapraklan sarılır. Yumuşatma işle­mi, suya sokup çıkarılarak da yapıla­bilir.

* 50 gr. keten tohumuyla, 200 cc. süt, lapa haline gelinceye kadar iyce kay­natılır. Soğuduktan sonra ağnyan veya şişen yerlere sarılır.

* 500 cc. sirke, 50 gr. arpa ve 50 gr. yulaf beraberce kaynatılır. Soğu­duktan sonra tülbende konularak ağrıyan yere sarılır.

Ayak Parmağı Sancısı


Vücut eklemlerinde biriken bir madde (uric asit) sebebiyle meydana gelen sancılar, ekseri ayaklarda, ayakbaş parmaklarında ve ellerde görü­lür. Eklem yerlerinde şiddetli sancı olur. Bu durumda, et ve etli gıdalar yememeli, bol su içmelİ, ayrıca aşa­ğıdaki bitkisel formüller uygulanma­lıdır. Tedavisi:


* 100 gr. brk kilit otu, 50 gr. mı­sır püskülü, 50 gr. ayrık otu, 50 gr. kiraz sapı, 100 gr. arpa toz haline getirilir. 7 veya 8 bardak suya bu karı­şımdan bir yemek kaşığı dolusu ko­nulduktan sonra 10 dakika kaynatı­lır, soğuyunca süzülür. Her gün normal su yerine taze olarak bu su içilir. Şikayetler bitene kadar buna
devam edilir. (Karışım her gün taze olarak yapı­lır.)
Bir avuç çemen, la­pa haline gelinceye kadar sıcak su ile karıştırıldıktan sonra ağrıyan yerlerin üzerine satılır.
* Arpa unu sirke ile lapa haline ge­tirildikten sonra, ağrıyan yerlere sa­rılır.
* Tedavide gıda rejimi çok önem­lidir. Bu arada alkollü İçkiler içilme­meli, acı biber ve tuz çok az alınma­lıdır. Fasulye ve ıspanak da yenme -melidir. Süt ve sütlü mamullerle her çeşit meyve, havuç, pancar, şalgam, limon ve böğürtlen bol miktarda ye­nir.

Diz Ağrısı


Üşütme, çarpma ve burkulma gibi sebeplerden meydana gelen diz ağrılarını tedavi için:diz-agrilari-2

* Diz zeytinyağı ile ovulur, yünle sarılır. Diz, balık yağı ile ovulduktan sonra, yıkanmamış yünle sarılır.

* Karalahana yaprağı sıcak ütü ile yumuşatılır. Ağrıyan kısma zeytinyağı sürüldükten sonra, yumuşatılan kara lahana yaprakları ağrıyan bölgeye sarılır, üzeri hava almayacak şekilde kapatılır. Bu uygulama her gece tekrarlanır. Yapraklar uygulama esnasında, taze olarak ütülenmelidir.

* Bir miktar kuru incirle aynı miktarda kuru papatya, bilenderde ezilerek iyice karıştırıldıktan sonra, yarısı kadar çemen ilave edilerek tekrar karıştırılır. Daha sonra tereyağı ile merhem haline getirilir ve dize olarak sarılır.

* Ballıbaba yaprak ve çiçekleri ezilerek lapa şekline getirilir ve ağrıyan dize sarılır.

Romatizma


Tıp dilinde romatizma eklemlerle ilgili bir hastalığın adıdır, halk dilinde ise her ağrı romatizma olarak algılanır. Kol ve bacakların, boyun ve gövdenin duyarlılığı veya sertliği de romatizma olarak bilinir. Romatizma ağrıları, eklemleri çevreleyen kemik, kas ve dokuların anormal durumlarından veya sinirlerin hastalanmasından ileri gelir. Bazen de ağrıyan yere uzak bir organın hastalığına bağlı bir belirti olarak ortaya çıkabilir.romatizma

Bitkiler yoluyla yapılan tedaviler, gerek eklem romatizmasında (roma-toit artrit), gerekse kemiklerin şekillerini bozan başkaca durumlarda başarıyla uygulanır.

Tedavisi:

* Rafine edilmemiş kristal tuz firında kızdırılarak, ıslak bir çuvala konur. Romatizma şikayeti olan yerlerin üzerine 5 dakika ara ile konur, kaldırılır. (Bu uygulamayla, bilhassa bel ve eklem ağrılarında iyi sonuçlar alınır.)

* Yirmi beş diş sarımsak bir litre zeytinyağında ezildikten sonra, içine 50 gram tuz ilave edilir, daha sonra ateşte kaynatılır ve süzülür. Bununla ağrıyan yerler ovulur. Cilt üzerine bir tülbent arasına yerleştirilen kirli yün konularak yatılır. Uygulama, şifa bulana kadar her akşam tekrarlanır.

* Kaynamakta olan yarım litre suya, 50 gram toz kako konur. Su, yarısı buharlaşıncaya kadar kaynatılır. Ardından yarım litre zeytinyağı eklenir ve kaynatma sürdürülür. Suyun geri kalan kısmı da bu haşlanınca, karışım tülbentten süzülür. Ağrıyan yerler, elde edilen yağla sabah akşam ovulur. Daha sonra ovulan bölgeye yünlü bir bez sarılarak yatılır.

* Defne meyveleri ezilir. Ağrıyan yerler, elde edilen yağla sabah akşam ovulur, bölge yünle sarılır.

* Bir avuç buğday kepeğiyle bir avuç kırmızı pul biber iyice karıştırıldıktan sonra, lapa haline gelene kadar suda pişirilir. Bu lapa, ağrıyan yer zeytinyağı ile silindikten sonra oraya sarılır.

* Bir miktar çörek otu yağı ile, eşit miktarlardaki çitlembik ve hardal yağları karıştırılır, ağrıyan yerler ovulur. Daha sonra üzeri yünlü bir bezle sarılır.

* Ağrıyan ve büküldüğünde çıtırdayarak ses çıkaran eklemler, balık yağı ile ovulur. Sonra da üzeri tülbent arasına konulmuş ve yıkanmamış yünle sarılarak yatılır.

* Kara lahana yaprakları kızgın ütüden geçirilir. Zeytinyağı ile silinen ağrılı kısımlara sarılır. Üzeri yünlü bezle örtülür.

* Zeytinyağı ile gazyağı yarı yarıya karıştırılarak ağrıyan yerler ovulur, üzeri yünle örtülür.

* Bir kavanoza bir adet medüz (deniz anası) konulduktan sonra, üzeri örtülecek şekilde gazyağı ilave edilir. Güneşte sıkça çalkalanarak üç hafta bekletilir, ağrıyan yerler bu karışımla ovulur. Bölge üzerine yünlü bez örtülür.

* Bir adet siyah turpla bir adet soğan rendelenerek bir kaba konur. Üzerleri örtülecek kadar bal ilave edilir, 2 – 3 gün bekletilir. Bu karışımdan yemeklerden önce birer kaşık yenir.

* Ağrıyan yerlerin üzerine kekik yastıkları sarılarak yatılır. Ayrıca aç karna, günde üç defa bir çay bardağı kekik suyu içilir.
ŞİFALI BİTKİLERLE HASTALIKLARIN TEDAVİ YÖNTEMLERİ

* Bir miktar keten tohumuyla, aynı miktarda hardal tohumu dövüldükten sonra, lapa haline gelinceye kadar suda kaynatılır. Ağrıyan yerler zeytinyağıyla silinir, lapa ile sarılır.

* At kestanesi küçük parçalara ayrılır. Yarım litre zeytinyağına on adet konulduktan sonra, başka bir kapta kaynamakta olan suyun üzerine yerleştirilir. Su iyice kaynamaya başlayınca zeytinyağı indirilir ve süzülür. Ağrıyan yerler bu yağla ovulur.

* 100 gr. Akırıkahra toz haline getirildikten sonra bir litre suda kaynatılır. Su buharlaşarak yarı seviyeye ininceye kadar kaynatma sürdürülür. Ardından suya yarım litre zeytinyağı eklenir ve kaynatma sürdürülür. Suyun geri kalan kısmı buharlaştıktan sonra, karışım tülbentten süzülür. Ağrıyan yerler, elde edilen yağla sabah akşam ovulur. (Bu yağ felce de etkilidir.)

* Taze olarak toplanan yonca, papatya, ebegümeci ve çimen bitkileri, bez bir torbaya konur, ağzı kapatılır. (Toplamı 2 veya 3 kg. olmalıdır.) Bu bitki karışımlı torba, kaynamakta olan on litre suyun içine atılıp yarım saat tutulur. Daha sonra torba çıkarılır, geride kalan su banyo küvetinde biriktirilen sıcak suya ilave edilir. Kaplıca tedavisinde olduğu gibi içinde yarım saat durulur. Bu uygulama haftada 2 – 3 defa tekrarlanır. (Bu banyo sinir sistemini yumuşatır, sinir ve romatizma ağrılarına iyi gelir. Kışın bu tedaviye, aynı bitki karşımlarının kurutulmuş olanlarıyla devam edilir.

Lenfödem Nedir ve Bundan Nasıl Kurtulur


Koltuk altına yapılan ameliyat ve radyoterapi, lenf sıvı-, sini süzen lenf düğümlerini ve kanallarını hasara uğratabi­lir. Bölgedeki ameliyat yaraları bazı kanalları tıkayıp, ame­liyatlı göğüs tarafındaki kolun ve elin şişmesiyle sonuçla­nabilir. Bu duruma lenfödem adı verilir. Şişkinlik geçici olabileceği gibi, aylarca hatta yıllarca sürebilir; kalıcı olma ihtimali de vardır. Rahatsızlık ameliyaün hemen ertesinde veya ameliyattan aylar hatta yıllar sonra ortaya çıkabilir. Belirtiler arasında dirsek ve bileklerde veya deride ‘gergin­lik’ hissi, eklem yerlerinde, özellikle el ve bileklerde tutukluk ve sürekli şişkinlik vardır. Bu durum kanserin nükset­tiğinin işareti de olabilir.


Şiddetli lenfödem, 6 aydan kısa sürer ve bir hafta içeri­sinde, etkilenmiş uzvun, yatarken yastık üstüne uzatılma­sıyla veya ayaktayken ve dolaşırken askıya alınmasıyla çözülebilir.
6 aydan uzun süren kronik lenfödem ise zor ve kesin bir tedavisi olmayan bir hastalıktır. Rahatsızlıkla başa çık­mak için uzman bir fizyoterapistten yardım alınabilir.

Lenfödemde kullanılan Kompleks Dekonjestan Terapi, on gün ile altı hafta arası süren yoğun bir tedavi şeklidir ve genellikle işe yarar. Bu tedaviye cilt ve tırnak tedavisi, günlük lenf drenaj masajı, günlük multilayer kompresyon bandajlama ve etkili lenf akışını arttırmak için günlük eg­zersiz dâhildir.
Mastektomi geçirdiğinde 64 yaşında olan Joan’m 13 tane lenf düğümü alınmış. Joan ameliyattan bir yıl sonra lenfödem olduğunda zor günler geçirmiş:

**Bu rahatsızlığı tetikleyen şeyin ne olduğu konu­sunda bir fikrim yok. ilk yıl bana çok fazla antibiyo­tik verdiler; ama rahatsızlığım azalmadı. Kolumun şişliği hiç inmedi, bazen acı da veriyor. Lenfödem olan kolum diğerinin iki katı.,. Bu yüzden iki beden büyük bluzlar almak zorunda kalıyorum.

Bir basınç kolluğumla eldivenim var ama solak ol­madığım için bunlar hareketlerimi sınırlandırıyor… Kolluğu eldivensiz kullanamazsınız, yoksa bütün şişlik elinize geçer. Ama ikisini de takınca bu sefer yemek pişiremiyorsunuz çünkü hiç hijyenik değil. Kolumu yukarıda tutmak çok zor olduğu için bu laşık yıkayamıyorum. Evi süpürmek de zor geli­yor… Ama öteki işlerde beni sınırlamıyor.”

John enfeksiyon kaptıktan sonra lenfödeme yakalanmış:
**Vücudumdaki bir yara enfeksiyon kapmıştı, so­nuçta lenfödem oldum. Şimdi ellerimle kollarımı daha rahat kullanabiliyorum. Lenfödem olan başka bir arkadaş, sağ kolumun altına yapışkan bir bandaj koyarsam, bandajın oradaki kası des­tekleyeceğini söyledi. Lenfödem bana pek acı vermedi, sadece ufak bir rahatsızlık… Bandaj kul­lanırsam banyo yapmak biraz zahmetli oluyor. Çünkü bandajı saç kurutma makinesiyle kurut­mak zorunda kalıyorum, itiraf etmeliyim ki, eski­den olduğu gibi sık yıkanmıyorum. Bandajı iki gün­de bir çıkarıyorum, bu da işe yarıyor.*’
Kimin lenfödem olup kimin olmayacağını tam olarak kestiremeyiz ama bu rahatsızlığı tetiklediği bilinen etken­lerden kaçınmak için aşağıdaki tavsiyeleri dikkate almak­ta fayda vardır.

Faydalı Bilgiler
Kolunuzu lenfödemden koruma yollan
• Her türlü enjeksiyon ve testi diğer kolunuza yaptırın. Tansiyonunuzu da diğer kolunuzdan ölçtürün.
• Ağır alışveriş torbalarını ve çantanızı diğer kolunuz­da veya omzunuzda taşıyın.
• Rahatsız olan kolunuzla elinizi güneş yanığından ve diğer yanıklardan koruyun.
Kolltuk altınızı temizlerken kesmemeye çalışın, epi-lasyon aleti kullanın.
• Kesikleri hemen yıkayıp antibakteriyel ilaçlar sürün ve sarın. Enfeksiyon kaptığınızı düşünüyorsanız dok­tora başvurun.
• Bahçeyle ilgilenirken ya da bulaşık yıkarken eldiven giyin,
• Rahatsız kolunuza ddr takılar ya da elastik kolluklar takmayın.
• Tırnak bakımı yaparken dikkatli olun, tırnaklarınızın etrafındaki deriyi kesmekten kaçının.
• Basınç değişikliklerinden korunmak için uçağa bindiğinizde özel kolluk gibi kompresyon giysileri kullasa, radyoterapi sağlık sorununa yol açıyorsa ve hasta mastektomiyi tercih ediyorsa.
• Lenf bezleri, kanserin yayılıp yayılmadığını anlamak için alınır,
• Lenf bezleri biyopsisi, düzgün bir şekilde test edildiğin­de bir veya ikiden fazla lenf düğümünün alınmasını engelleyebilecek yeni bir tekniktir.
• Lenfödem, lenf düğümlerinin alınması sonucunda or­taya çıkma ihtimali olan ciddi bir cerrahi yan etkidir. Geçici veya kalıcıda olabilir. Ameliyatın hemen ertesin­de ya da yıllar sonra ortaya çıkabilir. Kolun aşırı ve geri dönüşü olmayan bir şekilde şişmesiyle sonuçla­nabilir.

Gut Hastalığı


GUTA KARŞI ADAÇAYI VE PAPATYA


Ürik asit çoğalması sonucu ortaya çıkan gut daha çok aşırı proteinle hayvansal ürünlerle beslenenlerde, alkol kullananlarda, ruhsal bunalım ve gerilim içinde tempolu çalışanlarda, çok sorumluluk isteyen görevlerde bulunanlarda ortaya çıkar. Hastalığın acı krizleri vardır. Gut hastalığı tedavi edilmese kalp ve damar hastalıklarına yol açabilir.

Adaçayı, atkuyruğu ve papatya hastalığın tedavisinde etkin ilaçlar olup Adaçayı veya atkuyruğu bitkisi kurutulur, havanda dövülür küçük haplar haline getirilir (birkaç gramlık) ve günde üç kez yani yirmidört saate üç defa birer adet yutulur. Yahut bu bitkiler kaynatılarak aynı zamanlarda birer bardak içilir.

Ağrıyan bölgeye papatya yağı eğer temin edilebilirse sürülmelidir. Bu yağı çerçilerden baharat satan dükkanlardan temin edebilirsiniz. Çünkü bu yağ gut’un ağrı krizlerine karşı etkin bir ilaçtır. Papatya dövülür yağı çıkarılır. Eğer yağı temin edemez iseniz kendiniz bu yolu deneyin. Daha sonra kriz zamanlarında ağrıyan bölgeye sürün. Midesinden hasta olmayanlar için de Aspirin de etkili bir ilaçtır.

30 Temmuz 2010 Cuma

Sivilcelerin Artması Nasıl Önlenebilir?


Sivilcelerin artması nasıl önlenebilir?
Ergenlik sivilceleri, iç salgı bezlerinin işleyişindeki düzensizlikten ileri geldiği için dıştan yapılacak bir tedaviden ziya­de, bir uzman denetiminde uygulanacak dahilî bir tedavi daha etkili olur.
Ancak, alınan bazı tedbirlerle sivilce­leri azaltmak ve cildi bozmalarını önle­mek mümkündür.

1-Cilt temizliği: Her şeyden önce cilddeki aşırı yağlanmayı önlemek gerekir.Gözeneklerin açılması için deri yüzeyindeki ölü hücreler temizlenmeli­dir. Çünkü kalan bakteriler iltihaplan­maya yol açar. Yüzü sabun ve bol su ile yıkamak yeterlidir. Ancak bu arada cil­din tabiî yağım yok etmemek için, yağ­sız bir nemlendirici ile korumayı da ih­mal etmemelidir. Gündüzleri hafif bir sı­kıştırıcı losyon ile silinerek de temizlik sağlanabilir.

2- Buhar banyosu: Ergenlik sivilceleri­ne karşı buhar banyosu tavsiye edilir. Buhar banyosu gözenekleri açarsa da, yağ birikintilerini temizlemez. Ancak genişleyen gözeneklerden siyah noktala­rı sıkıp çıkarmak daha kolay olur. Fakat siyah noktayı sıktıktan sonra üzerinin, alkol gibi bir dezenfektanla mutlaka silinmesi gerekir.
Dikkat edilmesi gereken bir husus, si­vilcelerin asla sıkılmaması gerektiğidir. Bu cildi tahriş etmekten başka sonuç vermez. Hele iltihaplı sivilceleri sıkarsa­nız, mikrobu kendi elinizle sivilcenin dört bir yanına dağıtmış olursunuz.

3-Ergenlik sivilceleri ve güneş: Güneş ışınları ergenlik sivilcelerine genellikle iyi gelirse, de bazen bunları büsbütün azdırabilir. Güneşin ultraviyole ışın­ları cildin soyulmasına, bunun sonu­cunda, bezlerin tıkanıklığının giderilme­sine yol açar. Ancak fazlası, cildi tahrip edeceğinden, dikkatli olunmalıdır.
Temiz havanın da başlı başına koru­yucu bir etkisi vardır. Ama açık havada yorulup terlediğinizde hemen yıkanmaya bakın. Bazı uzmanlar terlemenin sivil­celeri çoğalttığı inancındadırlar.

4- Hazır alıp kullanabileceğiniz sabun ve müstahzarlar: Sivilcelere karşı yapı­lacak mücadelede cild temizliği esastır. Piyasada cildi temizlemek için çok çeşit­li ilaçlı sabun ve losyonlar vardır. Bun­lar her ne kadar cildin derinliklerine ulaşmasalar da yüzeydeki bakterileri azaltırlar. Böylece ikinci derecede bir infeksiyon ihtimali azalmış olur.
Hazır temizleyicilerle yüz, masaj yapı­larak temizlenirse, gözeneklerde yağ bi­rikmesi ve tıkanma bir dereceye kadar önlenebilir.

En iyi çare, cildin üstteki ölü tabaka­sının soyulmasıdır. Akne tedavisinde kullanılan, çeşitli adlar altında satılan losyon ve kremler kullanılarak gözenek-lerdeki birikintiler temizlenir. Bunlar
yüze ilk sürüldüğünde hafif bir yanma, hissedilir. Daha sonra cild kızararak ke­se yapılmış gibi soyulur. Bu düzenli ara­lıklarla uygulandığında yüzdeki fazla de­rin olmayan ergenlik izleri tamamen böylece kaybolabilir.

Ergenlik sivilcelerinin tıbbi tedavisi Antibiyotikler

Antibiyotikler sivilceleri tamamen ge­çirmez, ama azaltır. Uygulanan dozlar, normal infeksiyon tedavisinde kullanı­lan dozun yaklaşık dörtte biridir. Anti­biyotikler, deri altı yağ salgısını yağ asi­dine çeviren bakterilerin üremesini en­gelleyerek, sivilceleri tedavi ederler.
Ancak doktor kontrolü olmadan, ken­di kendinize antibiyotik almanız tehlike­li ve zararlıdır. Antibiyotik tedavisi dü­şük dozda ve uzun süreli yapılır. Ama önce mikrobûş. cinsinin tayin edilip, ona uygun antibiyotik alınması gerekir.
Ergenlik sivilceleri ve perhiz Çikolata, tatlılar ve dondurmalar, Kı­zartmalar, nişastalı yiyecekler, meşru­bat ve fındık fıstık gibi kuruyemişler, bi­berli, baharlı besinlerin sivilceli ciltlere zararlı olduğu söylenir. Ancak bunları ye­mek zevkinden mahrum kftlîrıpkfa sivilcelerden kurtulacağınıza dair kesin bir delil de yoktur. Ama yine de bir yiyece­ğin sivilcelerinizi artırdığım farkederse-niz, onu yememeye dikkat etmenizde ya­rar vardır.

Ergenlik sivilceleri ve makyaj

Güzelliğinize, dış görünüşünüze son derece önem verdiğiniz ilk gençlik yılla­rında, ergenlik sivilcelerinin yüzünüzü bozması sizi üzebilir.
Ancak pudra, fondöten gibi makyaj malzemeleri ile bunları gizleme yoluna gitmek de yanlış olur. Bu malzemeler belki o an için akneleri birazcık gizleye­cektir ama, çok daha çabuk yayılmaları­na da sebep olacaktır.

Beyaz noktalar
Ter ve yağ bezlerinde ufak Kistler olursa, bunlar burun köprüsü üzerinde, yanakların üst kısmında ve gözlerin al­tında minicik, beyaz kabarık noktalar oluşturur. Bu kısımlarda yağ salgısı azdır. Bezler genellikle patlamaz ama yağ kalınlaşır. Sertleşip beyazlaşır.
Bu tür beneklerin oluşmasını önlemek imkansızdır. Yapılacak tek şey, beyaz noktaların üzerindeki deriyi sterilize edilmiş ucu yakılmış bîr iğne ile yırtıp, hafifçe sıkmaktır. Sonra cilde mutlaka, antiseptik (alkol, kolonya vb.) sürülmelidir.

Ergenlik Sivilceleri İçin Tedavi Çeşitleri


Ergenlik sivilceleri ile başı dertte olanlara öğütler
1-Cildinizin fazla yağını temizlemek için, yüzünüzü yeterince bol su ile sık sık yıkayın. îyice çalkalayın ki ölü cild hücreleri atılsın.
2- Yağlıysa, saçlarınızı sık sık yıkayın. Saçlarınızı alnınıza düşürmeyin, geriye doğru tarayın.
3-HaVİU ve yastlk Icılıflarmıaı1 aık gık
değiştirin. Böylece sivilcenin (aknenin) yayılmasını önlersiniz.
4-Açık hava ve güneşten bol bol yarar­lanın.
5-Bir uzman gözetiminde ultraviyole lambası kullanmayı deneyin. Sakın tali­mat süresini aşmayın. Bazı sivilceli cildlere bu iyi gelmez.
6- Cildiniz terli kalmasın. Terler terle­mez hemen yıkayın.
7-Sivilceleri sıkmayın.
8-Eğer sıkarsanız, üzerine antiseptik (en iyisi tentürdiyot) sürün, bırakın. Böylece daha çabuk iyileşir.
özel bakım için, önce, yüz ve boyun, iyi cins, yağlı bir temizleyiciyle silinmeli, sonra, içinde bitki özü bulunan, alkol­süz bir losyan sürülmelidir. Losyon sü­rerken, kan dolaşımını hızlandırmak için yüze hafif hafif vurmakta da fayda var­dır. Losyondan sonra cilde ihtiyacı plan maddeleri sağlayacak iyi cins bir besle­yici krem kullanılmalıdır.
Sabahları da, yine dokuları uyandırmak,cildi canlandırmak için, yüz ve bo­yun, önce alkolsüz bir losyonla temizlen­meli, sonra da hafif masaj layarak sıvı bir nemlendirici sürülmelidir. Bu hem cildin kurumasını önleyecek, hem de sü­receğiniz pudra ve fondöten için iyi bir astar oluşturacaktır.
Kalın kuru cildler çok çabuk kurur. Cildin nem oranını düzenlemek için dü­zenli aralıklarla nemlendirici sürülmeli­dir. Bunun yaraşıra, hücrelerin yenilen­mesini sağlayan iyi bir tonikle de bu ba­kım pekiştirümeudir. Bu, cildin rengini de etkileyecek, taze canlı bir görünüme sahip olmasını sağlayacaktır.

Mikrop Kökenli Deri Hastalıkları




Çocuk mikroplara çok duyarlı olduğundan, impetigo, yılancık, perleş gibi hastalıklara yakalanabilir. Streptokok ve öteki mikropların yolaçtığı başka deri hastalıkları da vardır; ama en sık raslananlar bunlardır.

İmpetigo: Streptokok, stafilokok ya da her ikisinin birlikte yolaçtıkları yüzeysel bir deri enfeksiyonudur (çakmak hastalığı da denir). Çok bulaşıcıdır, doğrudan temasla geçer; temizlik kurallarına uyulmaması da bulaşmayı kolaylaştırır. Çoğunlukla hastalığa, ailedeki çocukların tümü yakalanır.

Bozunlar daha çok yüzde, özellikle de ağız ve burun çevresinde yeralırsa da, çocuk kaşıma yoluyla mikropları bedeninin başka yerlerine de taşıdığından, ikincil bir yayılma da sözkonusu olabilir. İmpetigo, deriye yapışan, koptuğunda kırmızı renkte ve irinli yaralaşmış bir yer bırakan, sarımsı kabuklar oluşmasıyla nitelenir.

Hastalığın kabuklu döneminde önce, çok kısa süreli bir sıvı dolu büyük kesecik oluşur; içindeki sıvı başlangıçta berraktır, sonra bulanır. Daha sonra kabarcığın yerinde bir kabuk oluşur; kabuk kaldırılırsa 1-2 sm’lik, dibi irinli, yuvarlak bir yara ortaya çıkar. Kabukların koparılması durumunda, hastalık daha uzun sürer ve bazen çok koyu renkli olabilen yara izleri (ektima) bırakır.

Mikrop Kökenli Deri Hastalıkları

Uyuz ya da egzama bozunlarma ikinci bir enfeksiyon eklenmesi de, yerleri kaşınırsa impetigo görüntüsü verebilir. Bu durumda başlangıçtaki yara (yani uyuz ya da egzama yarası impetigo görünümü almış olacağından, teşhis güçleşir.

Tedavi kolaydır, çoğunlukla çabuk sonuç verir. Şunlara uyulması gerekir:

— çocuğun kaşınmasını önlemek;

— kabukları, kuru ya da sıvı halinde eczalı sabuna batırılmış bir gazlı bezle temizlemek;

— renkli maddelerle (Miliyan eriyiği, metilen mavisi, eyozin) yerel mikroptan arındırma uygulamak;

— streptokok ve stafilokoklarla savaşmak için, genel ve yerel antibiyotik tedavisine başvurmak.

Yılancık: Gene streptokokun neden olduğu bir deri bozukluğudur: Kendiliğinden ortaya çıkabileceği gibi, başka bir yaranın ya da başka bir deri hastalığının ihtilatı olarak belirebilir.

Özel belirtiler olmadan geçen 5 vede 6 günden sonra, başağrıları, 40°C ateş ve genel bir sıkıntı durumu başlar. Yılancığın yaptığı deri plağı çok kırmızı ve hafifçe şişkindir; kırmızı leke ile çevresindeki sağlıklı deri arasındaki sınırda, kıvrımımsı bir çıkıntı oluşur, yavaş yavaş kağıda dökülmüş bir yağ damlası gibi genişler; bazen içi sıvı dolu kabarcıklar oluşturur.

Hastalığın hafif, ama tekrarlayıcı biçimleri de vardır. Tedavi 5-7 gün süreyle (tekrarlayıcı biçimlerde bu süre daha uzun olabilir) penisilin iğnelerine dayanır.
Perleş: Çocuklarda streptokok çoğunlukla perleşe de neden olur. Dudakların bitişme yerlerinde sızılı ve tekrarlayıcı çatlaklar oluşur. Çatlaklardan örnek alınarak laboratuvarda inceleme, bazen mayaların ya da başka mikropların bulunmasını sağlar.

Tedavide gümüş nitrat eriyiği ya da antibiyotikli merhemler (hafif hafif dokundurularak sürülür) kullanılır.