SPONSORLU BAĞLANTILAR

24 Ağustos 2010 Salı

Gebelik ve Doğumun Tarihçesi


Kırk yıldan daha kısa bir süre önceye kadar, doğum hekimliği, önceki 20-30 yılda gerçekleştirilmiş gelişmelere karşın gerek anne, gerekse dölüt açısından oldukça büyük tehlikelerin önüne geçemiyordu. Gebelik dönemi denetiminin düzenlenmesindeki büyük ilerlemelere ve sezaryen ameliyatının nispeten daha güvenli koşullarda uygulanabilme olanaklarının sağlanmış olmasına karşın, ölüm tehlikesi, anne için binde 8, bebek için (ölü doğum) binde 40 idi.

Günümüzde anne ölüm oranı, gelişmiş toplumlarda binde 0,30′dur ve çoğunlukla, gebelik öncesinden beri varolan hastalıkların sonucudur. Bebeklerdeki ölü doğum oranıysa binde 25′e düşmüştür.

Bu gözkamaştırıcı gelişmenin nedenleri oldukça karmaşık olmakla birlikte, aralarından özellikle dördü çok önemlidir.

Her şeyden önce, annedeki ölüme yolaçacak iltihaplanmalar ortadan kalkmıştır. Pasteur’ün buluşları sonucu uygulamaya konulan mikroptan arındırma yöntemleri, ölüm oranının ancak binde 2′nin altına indirilmesine olanak sağlayabilmişti. Antibiyotiklerin kullanılmaya başlanmasıysa, ölümle sonuçlanan iltihaplanmaları ortadan kaldırmış, zararsız iltihaplan da büyük ölçüde azaltmıştır.

Buna paralel olarak, pıhtılaşmayı önleyici tedavi ve loğusanın çabuk ayağa kaldırılması, toplardamar iltihabı tehlikesini ve akciğer ambolilerini azaltmıştır.

İkinci etken, doğum sırasında ve sonrasındaki kanama tehlikesinin, çok yalın teknikler uygulama ve etkili ilaçlar kullanma yoluyla azaltılmasıdır. Kanamaların tehlikesinin azaltılması da, doğum sonrası ihtilatların azalmasına ve loğusanın kendini daha çabuk toplamasına yardımcı olmuştur. Bu iki gelişme, bir üçüncüyü de birlikte getirmiştir: Sezaryen ameliyatının, güvenlik koşullarının gelişmesiyle, uyuşturum ve yeniden canlandırmada modern teknikler uygulanmasıyla, getectpin değişmesi.

Doğum hekimliği koşullarını değiştiren son etken, koruyucu tedavinin örgütlenmesi ve çok daha etkili olanaklarla donatılmasıdır. Doğum öncesi olarak muayenelerin artırılması ve zorunlu kılınması, doğumda karşılaşılabilecek güçlüklerin önceden bilinmesini, annedeki hastalıkların taranarak gerekli önlemlerin zamanında alınmasını sağladı. Röntgen ışınlarıyla leğen ölçümü, radyoizotoplar ya da sesüstü dalgalarla etenin yerinin saptanması, hormon ölçümleriyle dölütün durumunun değerlendirilmesi, dölütün sesüstü dalgalarla araştırılması ve su kesesine iğneyle girilerek alınan sıvının biyolojik yönden incelenmesi gibi araştırma yöntemlerinin geliştirilmesi, bu koruyucu tedavi alanında kesin adımlar atılmasını sağladı.

Kadını doğuma hazırlamaya dayanan ruhsal – bedensel yöntemler ya da eskisinden daha az zehirleyici olan ağrı kesici ilaçlar, doğumun ağrısız olmasını kolaylaştırdı.

Kullanılan yöntem hangisi olursa olsun, değişmeyen bir olgu vardır: Doğum-hane atmosferi bütünüyle değişmiştir; korku ve panikle artık pek az karşılaşılmaktadır.

Böylece annenin güvenliği, hattâ çoğunlukla iç rahatlığı sağlandıktan sonra, doğum uzmanları dikkatlerini bebek üstünde yoğunlaştırmaya koyuldular.

Bütün bu gelişmelere karşın, doğum sırasındaki ve yeni doğmuş bebek dönemindeki ölüm oranında, ilk yıl içindeki ölüm oranında olduğu ölçüde çarpıcı bir düşüş görülmedi. 1930′lardan bu yana, ilk yıl içindeki ölüm oranı düşüşü yüzde 80 iken, dölüt ve yeni doğmuş bebek ölüm oranında ancak yarı. yarıya düşme saptandı. Ama bu ölüm oranının öğeleri incelendiğinde, doğum başlamadan önce, dölyatağı içinde ölen çocuk oranında azalma olmamasına karşılık, doğum sırasındaki ölüm oranında büyük, yeni doğmuş bebek dönemindekindeyse biraz daha az belirgin bir düşme olduğu görülür. Doğum sırasındaki ölüm oranının azalmasının en önemli etkeni, kuşkusuz doğumun dikkatli yönetimidir. Dölütün doğum sırasında izlenebilmesini sağlayan yeni teknikler, özellikle en dikkatli kulakla dinlemede bile farkedilmeyebilecek kalp atışı değişikliklerinin sürekli kaydı, bu izlemeyi büyük ölçüde kolaylaştırmıştır. Sözkonusu değişikliklerin anlamı tam olarak aydınlatılmamıştır, ama yorumlama çalışmalarının gelecekte, dölütün durumunun tam bir kesinlikle değerlendirilebilmesini sağlamaları beklenmektedir. Öte yandan, araç – gereç, özellikle de personel açısından, uygun bir donatım sayesinde dölütün saçlı derisinden alınan bir damla kanın pH ölçümü yapılabilmektedir. Bu çeşitli gözetim yöntemleri, oksijensiz kalma ya da travmalar çocuğun sinir merkezleri için tehlikeli olmaya başlamadan, dölütün çıkarılmasına karar vermeyi sağlamaktadır.

Doğum uzmanlarının karşı karşıya bulundukları büyük sorunlardan biri de, erken doğumdur. Doğumdan hemen sonra ölen bebeklerin yüzde 70′i, erken doğmuş çocuklardır.

Erken doğumlar çoğunlukla doğum öncesi nedenlere bağlıdır. Yaklaşık olarak dörtte birinin nedeni annedeki bir hastalık, dört’te birininki çoğunlukla önüne geçilemeyen olaylardır (etenin normal yerinden aşağıda yerleşmesi, su kesesinin vaktinden önce yırtılması, v.b.); yarısının nedeniyse henüz açıklanamamaktadır.

0 yorum:

Yorum Gönder